* (...)İstanbul Sözleşmesini (...) “iyi”yi ifade eden “Birinci Avrupa” yaklaşımıyla ele almak ve sözleşmenin insan haklarını öne çıkaran yönlerini sâhiplenmek ve fakat tartışmalı maddelerin mümkünse tashihini istemek, ama bunları yaparken iç siyasetin kör tarafgirlik üzerine kurulu tartışmalarından da uzak kalabilmek gereklidir. (Ahmet Battal)

* (...)İslâmiyet, aile hayatının temel direği olan kadınları evlerine dâvet etmekte, aile hayatını bozucu unsurlardan onu korumaktadır. / Kadınlar şefkat kahramanlarıdırlar, güzel ahlâkın kaynağıdırlar; [fakat] metalaşmış bir şekilde sosyal hayatta görünür hâle gelmeleri habis ruhları harekete geçirmekte, ahlâk-ı seyyienin yaygınlaşmasına yol açmaktadır. (Fikret Yüksel)

* Bediüzzaman’a göre “aile” kavramının en mühim direği “sadâkat ve emniyet”tir. Bu direk ne erkek ne de kadın tarafından yıkılma(...)lıdır. Yıkıldığı takdirde “aile fabrikası” mahvolur! (Hakan Murat Arslan)

* (...)Bir yerde “insânîlik” varsa orada aynı zamanda küçük ölçekte de olsa “İslâmîlik” var demektir. Said Nursî’nin dile getirdiği üzere “İslâmiyet insâniyet-i kübrâ” ise, insâniyet İslâmiyet-i suğra, yani “küçük ölçekli bir İslâmiyet” demektir. (İlyas Üzüm)

* (...)Klâsik dönemin (...) içe dönük aile hayatı ve sosyal yaşantısı, 19. yüzyılda başlayan Batılı yaşama tarzının Osmanlı âdet ve geleneklerini etkilemeye başlamasıyla birlikte bir yozlaşma sürecini de beraberinde getirmiştir. (Mehmet İpçioğlu)

* (...)Sekülerizmin büyüsü altındaki dindarların kendi keyfiyetlerinin farkına varmaları, dünyânın gidişatını değiştirecek denli önemlidir. (Mustafa Eren Bozoklu)

* Er bozulursa aile bozulur, kadın bozulursa toplum bozulur! (...) Kadına yönelik mağduriyet giderilmeye çalışılırken başka bir taraftan kadını kadın yapan duyguları, yaradılışı es geçmek ya da bozmak da ciddî bir mağduriyettir... (Nurenda Yaşar-Coşkun)

* Bütün dünyâ toplumlarının kabul edebileceği, kadını şiddetten korumaya yönelik hükümleri içeren, ucu açık farklı anlamları çağrıştıran kavramların olmadığı, farklı kesimlerin hassasiyetlerini de dikkate alarak yeni bir sözleşmeyi hazırlamak, dünyâ toplumlarının geldiği aşama açısından zor değildir. (Ömer Ergün)

* Resûl-i Ekrem (asm), “Sizler iffetli olun ki hanımlarınız da iffetli olsunlar.” buyurarak “ailede iffetin öncelikli olarak erkekten geçtiği”ni belirtmiştir. (...) Tıpkı cenin gibi aile müessesesi de karanlıklar içerisinde hâlden hâle değişip tekâmül eder. Üç kat karanlıklar içerisinde korunma, mahremiyeti/sırlı olmayı gerektirir. Aile hem dışarıdan gelen etkilere [karşı] korunaklı ve kapalı, hem de dâhilî sırların korunduğu/dışarıya sızdırılmadığı bir yapı olmalıdır. (Ömer Önbaş & Nahit Topaloğlu & Nejdet Pehlivan)

* “Meşveret, demokrasi, uhuvvet, ihlâs” gibi sosyal hayatın dinamikleri için geçerli olan bütün prensip ve düsturlar aile için de tedavi edicidir. Risale-i Nur’da geçen bu içtimaî prensipleri bir de bu gözle tahkik etmek ve okumak gerekir. (...) Konu “ailede tedavinin başlatılması” bazında ele alındığında toplumsal iyileşme de başlamış olacaktır. Said Nursî bu reçetelerin “fıtrat kànunları” olduğuna dikkat çekerek, hem kişi, hem aile, hem de toplum üzerinde Kur’ân temelli mânevî bir reçete olarak uygulanabileceğine işaret etmiştir. (Yasemin & Sebahattin Yaşar)

***

Not: Yukarıdaki tesbitler, “Köprü” dergisinin “Aile – İstanbul Sözleşmesi” konulu Güz 2020 tarihli sayısından derlenmiştir.