Yakın tarihimiz, o kadar yalanlarla, sahte-kârlıklarla, ters yüz edilmelerle doludur ki; “gerçek kahramanlarla, sahte kahramanların” yer değiştirdiği birer ucubelerdir bunlar.
İngilizlerin İstanbul’u işgal ve Osmanlı saltanatına son verme plânı için Çanakkale Boğazı’nı geçmek isterken, ecdadımızın o boğazı onlara nasıl mezar ettiğini biliyoruz. Sömürge hâline getirdiği, Asya ve Afrika’daki Müslüman devletlerin hilâfete bağlı-lığından dolayı zorlandıkları için Çanakkale Boğazı’nı geçip; Padişahlığı lağv, hilâfeti kaldırma, Ayasofya’yı kapatma vd. gibi menhus faaliyetleri için İstanbul’a girmeyi plânlamıştı ama olmadı, ecdad oldurtmadı. Kanı pahasına da olsa, Allah’ın izniyle buna müsaade etmedi.
Sonra ne oldu? İç ve dış hâinlerin ittifakıyla yapılan, bir takım siyasî manevralar ve antlaşmalarla, gelip İstanbul’u dört-beş sene kadar işgal ettiler. Hem de, birkaç sene evvel buna müsaade etmeyen şehid ecdadın kemiklerini sızlatırcasına…
Fakat bu işgallerde, istediklerini tam elde edemediler. Başta Bediüzzaman Said Nursî’nin Hutuvat-ı Sitte eseri ve halkı İngiliz’e karşı çıkmaya teşvik etmesi ve aynı zamanda Süleyman Nazif, Halide Edib gibi bazı şahısların da vatanseverlikleri sayesinde zorda kaldılar. Ve o işlerin güç kullanarak yapılmasının mümkün olmadığını anlayıp, kendilerine bulacakları taşeronlar vasıtasıyla, dâhilden birilerine, bu işi tereyağından kıl çeker gibi plânlayıp yaptırdılar.
Tarihçi Mustafa Armağan, İstanbul’un kurtuluş gününün 6 Ekim olmadığını şöyle anlatıyor:
“Bir protokol yapıldı, burayı nasıl boşaltacaklar? Bununla ilgili uzun prosedürler konuşuldu. Ve bu prosedürden sonunda ve Ekim ayının 2’sine kadar İstanbul’un boşaltılacağı karar altına alındı. Alındı ama protokolde şöyle deniliyor; ‘Biz şu şu tarihte gemilerimizi boşaltacağız yavaş yavaş. Ve nihayet son gemilerimiz 2 Ekim’de ayrılacak. 2 Ekim’de ayrılacak olan gemimiz ‘Arabek zırhlısı’(o da enteresan). Çanakkale boğazını geçmeden ve Çanakkale boğazını geçtikten sonra size telsizle talimat vermeden Ankara’daki atlı birlikleriniz İstanbul’a doğru hareket etmeyecek. Başka herhangi bir yerden de, Bursa’dan, Edirne’den (Edirne’de, zaten askerimiz yok) Kocaeli’den, şuradan, buradan, trenle gidilmeyecek. Trenle bile gitmemiz istenmiyor. Kim istemiyor? İngilizler istemiyor. Ankara’dan atlı birlikler hareket edecek, atlı birlikler de ancak 4 günde gelebiliyorlar. Ya, kendi ülkemizde kendi şehrimizi, İngilizlerin dayatmasıyla kurtardığımızı söylüyoruz. Nasıl kurtarmak? Çanakkale’den çıkıyorlar, telsizle “tamam hareket edebilirsiniz” talimatını veiyorlar, Ankara’dan birliklerimiz hareket ediyor. İşte, 2 Ekim’de hareket edecekler, 6 Ekim’de İstanbul’a gelecekler, girdiklerinde düşman yok. 4 gündür İstanbul’da bir tek İngiliz askeri yok ve İngilizler çoktan Akdeniz’i boylamışlar. Dolayısıyla, niye 6 Ekim’de kutluyoruz? Çünkü Türk askerinin girişinde Ancak 6 Ekim’de izin verildi. Diğer bölgelerden Türk askerinin girmesine izin verilmedi. Bunu kim kararlaştırıyor? İngilizler kararlaştırıyor. Şimdi, İngilizler, İstanbul’u neden bıraktı? Lozan’da alacaklarını aldılar. Ortadoğu kendilerine kaldı. Fransa’yla İngilizler Ortadoğu’yu paylaştılar. Türkiye’ye de bir sınır çizildi. Hatay da bizim sınırlarımızın içinde değildi o tarihte. O kadar garip bir sınır çizildi ki. İşte şimdi Petrol bölgelerine doğru yavaş yavaş gittiğimizde bunu görüyoruz. Mayınlı bölgede çıkan petroller, niye tam da bizim sınırımızın olduğu yerde bunlar çıkıyor? Bunların hepsini plânladılar ve Türkiye’nin nasıl bir yönetim şekline sahip olacağına dair bir antlaşmaya varıldı. Hilâfet kaldırılacaktı. Cumhuriyet kurulacak ve batıyla ilişkiler iyi olacaktı. Batı dünyasına biz girecektik. Batı medeniyetine girecektik. Alfabemiz değişecek, dilimiz değişecek ve kılık kıyafetimiz hukukumuz, hukuk çok önemli tabiî. Türkiye’deki gayrimüslimler açısından da Türkiye’deki yabancılar açısından da bu çok önemli. Batı hukukunu kabul edeceğiz. İsviçre’den hukuk alacağız. İtalya’dan ceza hukuku, Almanya’dan deniz hukuku alacağız. Batı medeniyetine geçeceğiz. Bu şartlar kabul edildi ve bu şartlar kabul edilip de hilafetin de kaldırılacağına karar verildikten sonra İngiliz burada niye kalsın? Sonuçta yapmak istedikleri zaten garanti altına alınmış vaziyette. Dolayısıyla, İngilizlerin artık burada bulunması onlara zarar verecek. Ve bu reformlar adım adım Türkiye’de gerçekleştikçe, İngilizler bundan mutlu olacaklar. Ve nitekim 1936 yılında İngiltere Kralı, Ayasofya’nın da müzeye çevrilmesinden sonra Türkiye’ye gelecek, Ayasofya’yı gezecek. Müze yapılmış olan Ayasofya’yı. İstanbul’da bir gece kaldıktan sonra dönecek. Ve Türkiye ile İngiltere ilişkileri yeniden bahar havasına girmiş olacak. Demek ki, İngilizler İstanbul’dan giderken, geride bir problem bırakmayacak şekilde bir antlaşmaya vararak gittiler. Mutluydular ve bu mutlulukları İngiltere kralının Türkiye’ye gelişiyle de taçlanmış oldu.”
Evet, İngilizler beş sene kadar işgal ettikleri İstanbul’u, 2 Ekim 1923’de terk edecek, ayrılacak. Biz de, düşmanın olmadığı bir şehri, aziz İstanbul’u, 6 Ekim’de, kurtarmış olacağız. Ve min’el garâib…