Eskiden kışların oldukça sert ve soğuk olduğu köyde; sabahları pencereden kafamızı dışarı çıkaramadan baktığımızda, karın üstüne tekrar -lapa lapa, bazen de savrularak- karın yağmakta olduğunu gördüğümüzde, çok da hoşlanmayarak; ”Yine kar yağıyor.” derdik. Çünkü çok kar yağması demek, zaten şartların zor olduğu köyde; hayatın biraz daha zorlaşması demekti.
Şehirde sevinçle ve hasretle seyrettiğimiz manzaraları oluşturan, eğlenmek ve kartopu oynamak için sabırsızlıkla beklediğimiz beyaz örtü; özellikle köylerde yaşayanlar için çok daha farklı anlamlar taşır.
Yaz aylarında, güneşiyle, temiz ve serin havasıyla, enva-i çeşit çiçek rayihalarının dalgalandığı güzel manzaralı dağlarıyla, dünyanın 8. harikası kabul edilen Nemrut Dağı’yla, hayata ‘merhaba’ dediğim, rahmetli anne ve babamın binbir çileyle bizlere hayatta tutunmayı öğrettikleri Kâhta-Karadut’a bağlı şirin Gülveren (Golberan) Köyü’mde de beyaz örtünün anlamı; dünyayla irtibatın kesilmesi, ulaşımın kapanması ve uçsuz bucaksız bir okyanusta aylarca süren bir yolculuktaymış gibi, kara parçasını görmeye hasret kalmak demekti.
Yazın, yaşamak için gıpta edilen köyümde, gel kör ki kışın durum hiç de öyle değildi. Altı-yedi ay süren kış mevsiminde sadece ‘beyaz örtü’ vardı. Aylarca; nereye, hangi yöne bakarsanız kar görürdünüz. Birçok ev beyaz örtüden görünmezdi.
Böyle rakımı yüksek yerlerde, kar yağması yolların kapanması, şehre gidememek, karı taşıyamayan taş-topraklı evlerin damında her gün kar küremek, damdan evin içine yağış suyunun damlaması, köyün tek içme suyu kaynağı olan iki gözlü çeşmesine gidememek demekti. Aynı zamanda hastayı doktora götürememek, Karadut’a Aspirin ve Gripin almaya gidememek, yazın hayvanları suya götürürken, kışın suyu hayvanlara getirmek, -ki suya gitme işi de, her ne hikmetse sadece kadınlara tevdi edilmişti, erkeklerin su taşıması çok ayıptı(!)- odunun bitmesi durumunda yakacak temin edememek demekti.
Yani köyde kar yağışı başladı mı herkeste bir telâş, bir telâş olurdu. Neden mi? Çünkü damlayacak olan damı loğlamaya mı, güneşte kurutulmakta olan yiyecekleri ıslanmaktan kurtarmaya mı, dışarıdaki hayvanları ve yemini kapalı alana almaya mı, -yağan kar ise- damda kar küremeye hazırlanmaya mı, nereye, nasıl yetişeceksiniz?
Ya şehirde? Şehirde, yağan yağmurun sadece çatıya vuran sesini dinleyip kar yağışını pencereden, patlattığımız mısır eşliğinde, sadece izlemekle yetiniyoruz. Telâş yok, koşuşturma yok, tereddüt yok, endişe yok, eğlence var.
Nereden nereye…