Her ölüm erkendir. Ölüm; hüzünlüdür, -beraberinde Cenab-ı Hak, güç vermezse-ayrılıkların en acısı ve en dayanılmazıdır.
Tabiî ki –hamdolsun- biliyoruz ki, Bediüzzaman’ın; Kur’ân-ı Kerîm’i rehber edinenlere hitaben dediği gibi; “Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.” (Nursî, Mektubat, s. 220-221)
Sevgili ağabeyim ve değerli ablacığım... Sizler; Mevlâ’mın bahşettiği bu fani dünyadaki ömrünüzü ve görevinizi tamamlayıp, O’nun izniyle, yine O’na yönelip O’na gittiniz. Ne mutlu size ki, sizler yine O’nun Hayy isminden gelen hayatınızın her anında O’nun rızasını gözeterek yaşadınız. Sizler zaten her zaman ‘bu şerbetin’ tadına bakmaya -Evelallah- hazırdınız. Evet bizlerle, belki ansızın ve erken bir zamanda vedalaştınız, ama demek ki Takdir-i İlâhî böyleymiş. Elbette; O’nun emirlerine hepimizin boynu kıldan incedir. Çünkü O; bizi, bizden daha iyi düşünür.
Hele Ümmihan Ablacığım; çocukluğumda, Kâhta’da bana gerçekten annemin rolünde olan sevgili ablacığım… Vefat haberini aldığım sabahın akşamında senin “Ben iyiyim.” dediğini, sonradan duydum. Acelen neydi acaba? Bizleri yaratan Yüce Mevlâ’mızın huzuruna; 36 yıl önce, yine ani ve erken bir vedayla bizleri bırakıp giden anacığımı çok mu özledin? Muhterem babacığımın özlemi mi ağır bastı? Yoksa sevgili Ahmet Hamdi Ağabeyimin ve biricik Medet’inin yokluğuna mı daha fazla dayanamadın? Yok, yok… Sen, ölümün hakikat olduğunu biliyordun sevgili ablacığım…
Vefatından sonra, gördüğüm rüyamda bana “Buralar çok güzel, Sabri’ye haber verin, o da gelsin” demiştin (O sıralarda Sabri Abim hastaydı). O da senden sonra, altmışıncı günde sizlere dahil oldu, Huzur-u İlâhi’ye vardı. Ne diyeyim ki… Buluştunuz inşallah…
Ya sen Sabri Ağabeyim; çocukluğumuzdan bu yana, her konuda, hayat denen yolda karşılaşacağımız zorlukları öngörmemiz konusunda bize rehberlik yapan ağabeyim…
Ablamın acısını unutmadan, ya senin acelen nedendi acaba?
Sen de biliyordun elbette en huzurlu menzilin Cenab-ı Hakk’ın huzuru olduğunu. Yoksa; çocukluğumuzda, Ramazan günlerinde, bizler uykunun tatlılığına yenilip ölümün küçük kardeşine dalarken, senin sahura kadar uyku nedir bilmeden, elinden düşürmediğin, büyük bir heyecan ve şevkle satır satır hayatını okuduğun Peygamberimiz’e (asm), bir an evvel, kavuşmak mı istedin?
Sahi; yıllar önce, sağlığında, o zaman üniversitede okuyan Ahmet Hamdi Ağabeyim için; “Bitirse de gelse çok hasret kaldım” deyince, bunun üzerine senin de “Anneciğim, Ahmet okulu bitirse yine gelemeyecek ki, niçin okuyor, bir görev alınca yine gelemez” demen üzerine, “Olsun, okulunu bitirsin, yeter” diyen sevgili anacığımın yokluğuna ancak bu kadar mı dayanabildin?
Yoksa, sevgili babacığımla olan, hiçbirimizin beceremediği ve benim gıpta ettiğim, o hoş sohbetlerinizi mi özledin? Yoksa; her zaman hepimizin gururu olmasında senin büyük emeğinin olduğu, hastalığıyla bizleri hüzünlendirdikten sonra, bu fani dünyayı terk eden, Rahman-ı Rahim’e varan sevgili Ahmet Hamdi kardeşinin yokluğuna sadece, -tamı tamına, günü gününe- bir buçuk sene mi dayanabildin? Evet, evet tam da öyle oldu.
Sizler, dünyayı saran ve insanları birbirinden uzaklaştıran salgın hastalık esnasında ruhunuzu Rabb’inize teslim ettiniz. İnşallah, Allah’ın izniyle, hastalıklarınız, günahlarınıza kefarettir.
Yüce Mevlâ’m; sizleri Cennetinde Peygamber Efendimiz’e (asm) komşu eylesin. Bu vesileyle, birlikte geçiremeyeceğimiz, Kurban Bayramınız da mübarek olsun…
El Fatiha…