Asırlarca arzu edilen bir irade ve idarenin hep özlemi vardı.
Bu özlem, “Asr-ı saadet” özlemiydi. Zira dört halifeden sonra hilâfet yerini saltanata bırakmıştı. İslâm âleminin yeniden Asr-ı Saadetteki gibi bir idareye ihtiyacı vardı.
Osmanlı saltanatla idare ediliyordu. Babadan oğula geçen bir padişahlık sistemi vardı.
Padişah adayları, çok mükemmel bir eğitimden geçiyordu.
Bu sayede zirve şahsiyetler yetişmişti.
Dindardılar, cesaretli idiler, mert ve vicdanlı idiler.
Hiçbirisi vatana ve dine ihanet etmedi.
On sekizinci yüzyılda şahıs hâkimiyetinden meşrûtî sisteme geçmek için Dünyada bir görüş hâkim olmaya başladı.
Osmanlı da bundan bigane kalamazdı.
“Namık Kemal’in rüyası” ile başlayan bu hareket, birinci meşrûtiyete kadar uzandı.
Fakat, bu hareketin ömrü fazla sürmedi.
İşte tam bu zamanda, Bediüzzaman genç yaşında İstanbul’da meşrûtiyet güneşinin doğmaya başladığını görür ve buna din namına sahip çıkar.
Buna hem Asr-ı Saadet’ten delil getirir ve müstakbel tarafına iddiasını ispat etmeye hazır olduğunu ifade eder. Meşrûtiyete sahip çıkanlara da tavsiyeler de bulunur.
Kurtuluş Savaşı sonunda bizzat M. Kemal ve bazı milletvekillerinin ısrarlı dâveti üzerine Ankara’ya gider. Ankara’da hâkim iradenin niyetini anladıktan sonra on maddelik bir beyanname hazırlar ve milletvekillerine dağıtılır.
Bu belge aslında bir Anayasanın “ana umdeleri” mahiyetinde idi.
“Bu inkılâbın temelleri sağlam gerek” der ve meşrûtî bir idarenin hüküm sürmesini arzu eder…
Fakat Bediüzzaman’ın arzusuna muhalif olarak, tek kişinin iradesi ile Cumhuriyet ilân edilir. Ama, içi boş, “manası isim ve resimden ibaret” bir cumhuriyettir. Yanlış uygulamalara karşı çıkan kim varsa, ortadan kaldırılır. Tek partili, tek görüşlü, tek şahsın iradesine dayalı muhalefetsiz bir idare tarzı kurulur.
Bu tek kişilik cumhuriyet, 1950 yılına kadar devam etti. Fakat tahribatı tamir etmek kolay değildi.
Giyim kuşam değişmiş, yazı ve kitaplar karanlığa gömülmüştü.
Bu anlayış nerede ise bir asra yaklaşan bir zaman diliminde devam ediyor.
Buna en güçlü cevabı Bediüzzaman Beşinci Şuâ’da vermişti.
Bu rejimi savunanlar tarafından vicdansız bir husûmete maruz kalmıştı.
İktidara gelenler ise bu geleneğe sahip çıktılar.
Merhum Menderes ve arkadaşları bu merhametsiz geleneği ortadan kaldırmak istedikleri için canlarında oldular.
Bu gün, Cumhurbaşkanının karşıtı olduğu bir kanunu çıkarmak imkânsız hale geldi.
Ümidimiz, gerçek Cumhuriyetin yaşandığı günlere kaldı..