Bazı vakitler değil, her zaman ahireti ve ahiret âlemini anlayabilmek için dün- yevî kıyaslar ve levhaları gözümüzün önüne getirmemiz gerekiyor.
Baki âlem ahiret ve fani âlem dünya… Dünyada neler oluyor neler… Malımız, mülkümüz artıyor yine de halimiz keyfimiz yok. Halbuki kanaat baki âleme de, fani âleme de yetecek bitmez tükenmez bir hazine.
Para kazanma, lüks içerisinde yaşama, sevinç ve mutlulukları yakalayabilmeyi dünya sevgisinde aradık, ama en büyük sevgililerin, İlâhî mahbubların hepsinin baki âlemin sevincinin ve mutluluğunun anlayışı içerisinde bu fani âlemde bile rahatla, huzurla yaşadığını ve hiçbir dünyalığı bu konuda basamak yapmadıklarını görmemezlikten, duymamazlıktan ve bilmemezlikten geldik. Belâsını çekiyoruz, safasına hasretiz.
Gülmeyi, ağlamayı hep dünya adına yaptık ne huzuru, ne rahatı bulamadık… Dünyanın bitmek bilmeyen safalı işlerinin yorgunu, bitkini, huzursuzu ve geçimsizi olduk.
Hayat budur, bakî âlem gözükmüyor nazarıyla bakılan dünyada iş çok, hastalık çok, dert çok, derman diye uyduruk, zararlı ilâçlar çok, şükür yok, hamd yok ve neticede topyekûn bitkin, tükenmiş, ümitsiz, yorgun, halsiz birer dünya metaı, malı mülkü olduk.
Atomlar parçalandı, nükleer dünyanın azameti sergilendi, ama kalplere, ruhlara, akıllara hükmedecek, onları rahatlatacak Kur’ân’ın nuruna, imanın nuruna, İslâmın nuruna kavuşulamadığı, içlerine girilemediği ve aydınlanamadığı için insanlar mahzun, mağdur ve mahsur kaldılar. Şu çevrelemeden, muhasaradan çıkışı, kurtuluşu hep dünyada aradılar ve dünyada kalakaldılar.
Eğer bildiklerimiz, anladıklarımız, okuduklarımız ve okuyacaklarımız bizleri imanın nuruyla aydınlatacak bir kabiliyete, bir kıymete ve değere sahip değilse; aklımıza gelen her iş ve her şey boştur ve boşlukta kalmış insanları içinde barındıran bir varoştan başka bir şey değildir.
İlla ki iman, inanç ve itikat lâzımdır, elzemdir, lüzumludur.