Asr-ı Saadet’in ittihadlı, ittifaklı, tevhidî birliği, beraberliği öyle sağlam, öyle muhkem ve öyle kuvvetliydi ki tâ Osmanlı’nın inkırazına/son yıkılış demlerine kadar sürdü.
Asr-ı Saadet’in hemen ardından müsbet ve iyi; daha iyi, daha güzel fikri ve aldatmacasıyla şeytan ve nefis nifakı, hasedi, kini, iftirakı mü’minlerin arasına sokmaya başladı.
Emevi ve Abbasi hükümetlerinin yaptığı iş ise, bu derin ayrılık ve yaralanmaları şiddetlendirerek olmuştur.
Bazı ehl-i dikkat ve salâbet-i iman zatların tevhid olsun, birlik, beraberlik olsun yeter. Aç da kalsak, fakir de kalsak, nefsimiz adına ezilsek de önemli değil nidaları maalesef İslâmlar içerisindeki bu yaraların derinleşmesini ve zarar vermelerini önleyemedi.
Hedefte birlik beraberlik arz eden ve muvaffakiyeti netice veren ameller oldu mu; bunu yıkmak, bertaraf etmek, zayıf düşürmek için münafıklar, kâfirler, gayrimüslimler ellerinden geleni arkalarına koymuyorlar.
Her İslâma zarar veren, ben İslâma hizmet etmek için bunu yapıyorum diyor. Kimseler bizim ayranımız ekşi demiyor. Hatta yağı da içindedir diye müdafaa/savunma vaziyetinde bulunuyorlar.
Ne olursa olsun eğer tevhid ve vahdet bozuluyorsa, bozulacaksa bir Müslümanın, bir mü’minin; kini, hasedi, ayrılığı, gayrılığı netice verecek en küçük bile olsa her türlü tavır ve amelden kaçınması, çekinmesi, yapmaması farzdır.
Ahirzamanın dessas zalimleri ve Süfyan, Deccal komiteleri Müslümanları bölmek, parçalamak için, ihlâslı, uhuvvetli, güzel ve iyi, İslâmî hizmetleri, amelleri yaptırmamak, yerine getirmemek için bir yol bulmuşlar: Müslümanları birlik ve beraberliğe getirmeye çalışıyoruz, adı ve şekliyle Müslümanları birbirlerine düşürüp Müslümanları bölüyorlar, parçalıyorlar.
Suret-i hâktan gözükmek ve böylece haksız ve münafıkâne işleri yapmak bu zamanın en tehlikeli ve yaygın bir işi olmuş. Cenab-ı Hâk hepimizi böyle menfi ve olumsuz hallere düşmekten muhafaza etsin inşallah.