Hak namına, hakikat hesabına olan tesâdüm-ü efkâr ise, maksatta ve esasta ittifak ile beraber, vesailde ihtilâf eder. Hakikatin her köşesini izhar edip, hakka ve hakikate hizmet eder. Fakat tarafgirâne ve garazkârâne, firavunlaşmış nefs-i emmare hesabına hodfüruşluk, şöhretperverâne bir tarzdaki tesâdüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünkü maksatta ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telâkisi bulunmaz. Hak namına olmadığı için nihayetsiz müfritâne gider, kàbil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hâl-i âlem buna şahittir.
Elhâsıl: “El-hubbu lillah. Ve’l-buğzu fillah. Ve’l-hükmü lilllah.” [Allah için sevmek. Allah için buğzetmek. Allah için hüküm vermek.] olan desâtir-i âliye, düstur-u harekât olmazsa nifak ve şikak meydan alır.
Evet, “El-buğzu fillah. Ve’l-hükmü lilllah.” demezse, o düsturları nazara almazsa, adalet etmek isterken zulmeder.
Cây-ı ibret bir hâdise:
Bir vakit, İmam-ı Ali Radıyallahü Anh bir kâfiri yere atmış. Kılıcını çekip keseceği zaman, o kâfir ona tükürmüş. O, kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir ona demiş ki: “Neden beni kesmedin?”
Dedi: “Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün; hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlâsım zedelendi. Onun için seni kesmedim.”
O kâfir ona dedi: “Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece sâfî ve halistir; o din haktır” dedi.
Hem medar-ı dikkat bir vakıa:
Bir zaman bir hâkim, bir hırsızın elini kestiği vakit, eser-i hiddet gösterdiği için, ona dikkat eden âdil amiri onu o vazifeden azletmiş. Çünkü Şeriat namına, kanun-u İlâhî hesabına kesse idi, nefsi ona acıyacak idi. Ve kalbi hiddet etmeyip, fakat merhamet de etmeyecek bir tarzda kesecekti. Demek, nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için, adaletle iş görmemiştir.
(...)
Altıncı Vecih
Hayat-ı maneviye ve sıhhat-i ubudiyet, adavet ve inat ile sarsılır. Çünkü vasıta-i halâs ve vesile-i necat olan ihlâs zayi olur. Zira, tarafgir bir muannid, kendi a’mâl-i hayriyesinde hasmına tefevvuk ister. Halisen livechillâh amele pek de muvaffak olamaz. Hem hüküm ve muamelâtında tarafgirini tercih eder, adalet edemez. İşte ef’al ve a’mâl-i hayriyenin esasları olan ihlâs ve adalet, husumet ve adavetle kaybolur.
Mektubat, s. 316-318
LÛGATÇE:
adavet: Düşmanlık, kin.
ef’al ve a’mâl-i hayriye: Hayırlı işler ve fiiller, hayırlı ameller.
bârika-i hakikat: Hakikat şimşeği, parlaklığı.
desâtir-i âliye: Yüksek prensipler.
halisen livechillâh: Halis, sadece Allah için.
hodfüruşluk: Kendini beğenmek, kendini satmak.
inşikak: Bölünme, ikiye ayrılma.
kàbil-i iltiyam: Yaranın hastalığın iyileşebilmesi, şifa bulur olması.
küre-i arz: Dünya, yer küre.
muannid: İnatçı, ayak direyen.
nifak: İki yüzlülük, münafıklık, bozgunculuk.
nokta-i telâki: Buluşma, kavuşma noktası.
sıhhat-i ubudiyet: Kulluktaki sıhhat, doğruluk, sağlamlık.
şikak: Uyuşmazlık, anlaşmazlık.
tefevvuk: Üstün olma, üstünlük.
tesâdüm-ü efkâr: Fikirlerin çarpışması.
vasıta-i halâs: Kurtuluş aracı.
vesail: Vesileler, sebepler.
vesile-i necat: Kurtuluş vesilesi, aracı.