Sonra küre-i arzın âlemi göründü. O seyahat-i hayaliyemde dine itaat etmeyen felsefenin karanlıklı kavanin-i ilmiyeleri hayalime dehşetli bir âlem gösterdi. Yetmiş defa top güllesinden daha sür’atli hareketiyle yirmi beş bin sene mesafeyi bir senede gezip devreden ve her vakit dağılmaya ve parçalanmaya müstaid ve içi zelzeleli, çok ihtiyar ve çok yaşlı küre-i arz içinde ve o dehşetli gemi üstünde kâinatın hadsiz boşluğunda seyahat eden bîçare nev-i insan vaziyeti, bana vahşetli bir karanlık içinde göründü. Başım döndü, gözüm karardı. Felsefenin gözlüğünü yere vurdum, kırdım. Birden hikmet-i Kur’aniye ile ışıklanmış bir göz ile baktım, gördüm ki:
Hâlık-ı Arz ve Semâvât’ın Kadîr, Âlim, Rab, Allah ve Rabbü’s-Semâvâti Ve’l-Ard ve Musahhirü’ş-Şemsi Ve’l-Kamer isimleri rahmet, azamet, rububiyet burçlarında güneş gibi tulû ettiler. O karanlıklı, vahşetli, dehşetli âlemi öyle ışıklandırdılar ki o hâlette benim imanlı gözüme küre-i arz gayet muntazam, musahhar, mükemmel, hoş, emniyetli, herkesin erzakı içinde bir seyahat gemisi ve tenezzüh ve keyif ve ticaret için müheyya edilmiş ve zîruhları güneşin etrafında, memleket-i Rabbaniyede gezdirmek ve yaz ve bahar ve güzün mahsulâtını rızık isteyenlere getirmek için bir gemi, bir tayyare, bir şimendifer hükmünde gördüm. Küre-i arzın zerratı adedince “Elhamdülillahi alâ ni’meti’l-iman” [İman nimetinden dolayı ezelden ebede kadar Allah’a hamd olsun] dedim.
İşte buna kıyasen Risale-i Nur’da pekçok muvazenelerle ehl-i sefahet ve dalâlet, dünyada dahi bir manevî Cehennem içinde azap çektiklerini ve ehl-i iman ve salâhat, dünyada dahi bir manevî Cennet içinde İslâmiyet ve insaniyet midesiyle ve imanın tecelliyatıyla ve cilveleriyle manevî Cennet lezzetleri tadabilirler, belki derece-i imanlarına göre istifade edebilirler.
Fakat bu fırtınalı zamanın, hissi iptal eden ve beşerin nazarını afaka dağıtan ve boğan cereyanlar, iptal-i his nev’inden bir sersemlik vermiş ki ehl-i dalâlet manevî azabını muvakkaten tam hissedemiyor; ehl-i hidayete dahi gaflet basıyor, hakikî lezzetini tam takdir edemiyor.
İman ve Küfür Muvazeneleri, s. 18
LÛGATÇE:
ehl-i iman ve salâhat: iman edip salih amel işleyenler.
ehl-i sefahet ve dalâlet: dinen yasak olan zevklere düşkün ve hak yoldan sapmış olan kimseler.
Hâlık-ı Arz ve Semavat: yeri ve gökleri yaratan, Allah.
iptal-i his: hissi iptal etmek.
kavânîn-i ilmiye: ilmî kanunlar.
küre-i arz: dünya, yer küre.
Musahhirü’ş-Şemsi Ve’l-Kamer: Güneşi ve Ay’ı boyun eğdirip hizmet ettiren, Allah.
Rabbü’s-Semâvâti Ve’l-Ard: yerin ve göklerin Rabbi olan Allah.
rububiyet: Cenab-ı Hakkın her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, terbiye, tedbir ve idare etmesi.
zîruh: ruh sahibi.