Hem bu mübarek vatanda bu fıtraten dindar millete hükmedenler, elbette dindarlığa taraftar olması ve teşvik etmesi, vazife-i hâkimiyet cihetiyle lâzımdır.
Hem madem lâik Cumhuriyet prensibiyle bîtarafâne kalır ve o prensibiyle dinsizlere ilişmez; elbette dindarlara dahi bahanelerle ilişmemek gerektir.
Tarihçe-i Hayat, s. 235
***
Eğer faraza, lâik Cumhuriyetin mahiyetini bilmeyen bir dinsiz dese: “Senin risalelerin kuvvetli bir dinî cereyan veriyor, lâdinî Cumhuriyetin prensiplerine muâraza ediyor.”
Elcevap: Hükûmetin lâik Cumhuriyeti, dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatıra gelmeyen dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder. Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaşamadığı gibi, Türk milleti misillü bütün asırlarda mümtaz olarak, bütün aktâr-ı cihanda nerede Türk varsa Müslümandır. Sair anâsır-ı İslâmiyenin, küçük de olsa, yine bir kısmı İslâmiyet haricindedir. Böyle pek ciddî ve hakikî dindar ve bin sene kadar hak dininin kahraman ordusu olarak zemin yüzünde, mefahir-i milliyesini milyonlar menabi-i diniye ile çakan ve kılıçlarının uçlarıyla yazan bu mübarek milleti, “Dini reddeder veya dinsiz olur” diye itham eden yalancı dinsizler ve milliyetsizler, öyle bir cinayet işliyorlar ki, Cehennemin esfel-i sâfilîn tabakasında ceza görmeye müstahak olurlar.
Tarihçe-i Hayat, s. 246
***
Eğer lâik Cumhuriyet soruyorsanız; ben biliyorum ki, lâik manası bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim. On senedir -şimdi yirmi sene oluyor- hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i Cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum. El-iyâzü billâh, eğer dinsizlik hesabına imanına ve ahiretine çalışanları mes’ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmiş ise, bunu size bilâperva ilân ve ihtar ederim ki:
“Bin canım olsa, imana ve ahiretime feda etmeye hazırım! Ne yaparsanız yapınız, benim son sözüm ‘Hasbünallahu ve ni’me’l-vekîl’ [Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Suresi: 173)] olarak, sizin beni idam ve ağır ceza ile zulmen mahkûm etmenize mukabil derim: Ben, Risale-i Nur’un keşf-i kat’îsiyle, idam olmuyorum, belki terhis edilip, nur ve saadet âlemine gidiyorum. Ve sizi, ey dalâlet hesabına bizi ezen bedbahtlar, idam-ı ebedî ile ve daimî haps-i münferid ile mahkûm bildiğimden ve gördüğümden, tamamıyla intikamımı sizden alarak, kemâl-i rahat-ı kalp ile teslim-i ruh etmeye hazırım!”
Tarihçe-i Hayat, s. 423
LÛGATÇE:
aktâr-ı cihan: her taraf, dünyanın dört bir yanı.
anâsır-ı İslâmiye: Müslüman unsurlar, milletler.
bîtarafâne: tarafsızca, herhangi bir tarafı tutmaksızın.
fıtraten: yaratılıştan, karakter, huy ve mizaç bakımından.
lâdinî: din dışı, dinsiz, dinle alâkası olmayan.
mefahir-i milliye: millî şerefler, millî iftihar vesileleri.
menabi-i diniye: dinî kaynaklar.
muâraza: karşı çıkma.
sefahetçi: dinen yasak olan zevk ve eğlencelere düşkün bir hayat süren.
vazife-i hâkimiyet: hükmetme, idare ve yönetme vazifesi.