İşte o dava vekilinin birisi, belki birincisi, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın i’caz-ı manevîsinden süzülen ve çıkan ve tevellüd eden Risale-i Nur olduğuna, binler onunla o davayı kazananlar şahiddir.
Evet bu küre-i arza memuriyetle gönderilen her insan, burada misafir ve fânî olduğu ve mahiyeti bir hayat-ı bâkiyeye müteveccih bulunduğu kat’iyyen tahakkuk etmiştir. O herbir insan, bu zamanda hayat-ı ebediyesini kurtaracak olan istinad kal’aları sarsıldığından bu dünyasını ve içindeki bütün alâkadar ahbabını ebedî terk etmekle beraber, bu dünyadan binler derece daha mükemmel bâkî bir mülkü de kaybetmek veya kazanmak davası başına açılmış. Eğer iman vesikası olmazsa ve beratı ve senedi olan itikadı sağlam bir surette elde etmezse, o davayı kaybeder. Acaba bu kaybettiği şeyin yerini hangi şey doldurabilir?
İşte bu hakikata binaen, benim ve kardeşlerimin herbirimizin yüz derece aklımız ve fikrimiz ziyadeleşse de, bu muazzam vazife-i kudsiyenin hizmetine ancak kâfi gelebilir. Sâir mesaile bakmak, bize fuzulî ve malayani olur. Yalnız bu kadar var ki, Risale-i Nur şakirdlerinin bir kısmı öteki davalar içinde bulunduğu ve lüzumsuz, sebepsiz bazen bize akılsızların tecavüzleri ve taarruzları zamanlarında –zaruret derecesinde– istemeyerek bakmışız. (HÂŞİYE)
Hem de bu hakikî ve pek büyük dava haricindeki davalara ve boğuşmalara alâkadarane fikren, kalben karışmak zararlıdır. Çünkü böyle geniş, siyasî ve heyecan veren dairelere dikkat eden ve onlarla meşgul olan bir adam, kısa bir daire içinde vazifedar olduğu ehemmiyetli hizmetlerden geri kalır veya şevki kırılır. Hem de o geniş, cazibedar siyaset ve boğuşma dairelerine dikkat eden, bazen kapılır; vazifesini yapamadığı gibi, selâmet-i kalbini ve hüsn-ü niyetini ve istikamet-i fikrini ve hizmetteki ihlasını kaybetmese de o ittiham altında kalabilir. Hattâ bu noktada bana mahkemede hücum ettikleri zaman dedim: “Güneş gibi hakikat-i imaniye ve Kur’âniye, yerdeki muvakkat ışıkların cazibesine tâbi ve âlet olmadığı gibi, o hakikati cidden tanıyan, değil küre-i arzdaki hâdisata, belki kâinata da âlet edemez” diye onları susturdum.
İşte Üstadımızın cevabı bitti, biz de bütün kuvvetimizle tasdik ettik.
Risale-i Nur Şakirdleri
HÂŞİYE: Mahkemedeki müdafaatına işarettir.
Gençlik Rehberi, s. 46-48
LÛGATÇE:
hakikat-i imaniye ve Kur’âniye: iman ve Kur’ân hakikati.
i’caz-ı manevî: manaya ait mu’cizelik.
kal’a: kale.
küre-i arz: dünya.
malayani: boş, faydasız.
mesail: meseleler.
muvakkat: geçici.
tevellüd etmek: doğmak.