"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kur’ân’da umum dertlerimize şifalar vardır

Risale-i Nur'dan
26 Kasım 2019, Salı
“Yâ Bâkî ente’l-Bâkî” cümlesi, bütün o hadsiz manevî yaralara hem merhem, hem tiryak oldu.

Yani “Sen bâkîsin. Giden gitsin, Sen yetersin. Madem Sen bâkîsin; zeval bulan her şeye bedel bir cilve-i rahmetin kâfidir. Madem Sen varsın; Senin varlığına iman ile intisabını bilen ve sırr-ı İslâmiyetle o intisaba göre hareket eden insana her şey var. Fenâ ve zeval, mevt ve adem bir perdedir, bir tazelenmektir, ayrı ayrı menzillerde gezmek hükmündedir” diye düşünüp, tamamıyla o hırkatli, firkatli, hazin, elîm, karanlıklı, dehşetli hâlet-i ruhaniye, sürurlu, neşeli, lezzetli, nurlu, sevimli, ünsiyetli bir hâlete inkılâb etti. Lisanım ve kalbim, belki lisan-ı hal ile bütün zerrat-ı vücudum “Elhamdülillâh” dediler.

İşte o cilve-i rahmetin binden bir cüz’ü şudur ki: 

Ben o hüzüngâhım olan dereden ve o hüznengiz hâletten, Barla’ya döndüm. Baktım ki, Kuleönülü Mustafa namında bir genç, benden ilmihale ait, abdest ve namaza dair birkaç meseleyi sormak için gelmiş. O vakit misafirleri kabul etmediğim halde, onun ruhundaki ihlâs ve ileride Risale-i Nur’a edeceği kıymettar hizmeti güya hiss-i kable’l-vuku ile ruhum o gencin ruhunda okudu; onu geriye çevirmedim, kabul ettim. Sonra tebeyyün etti ki Risale-i Nur hizmetinde ve benden sonra hayrü’l-halef olarak, bir vâris-i hakikî vazifesini tam yerine getirecek olan Abdurrahman yerine, Cenab-ı Hak, Mustafa’yı numune olarak bana göndermiş ki “Senden bir Abdurrahman aldım; mukabilinde bu gördüğün Mustafa gibi otuz Abdurrahman, o vazife-i diniyede sana hem talebe, hem biraderzade, hem evlâd-ı manevî, hem kardeş, hem fedakâr arkadaş vereceğim.”

Evet, lillâhilhamd, otuz Abdurrahman’ı verdi. O vakit dedim: “Ey ağlayan kalbim! Madem bu numuneyi gördün ve onunla o manevî yaraların en mühimmini tedavi etti; sair bütün seni müteessir eden yaraları da tedavi edeceğine kanaatin gelmelidir.”

İşte ey benim gibi ihtiyarlık zamanında gayet sevdiği evlâdını veya akrabasını kaybeden ve beline yüklenmiş ihtiyarlığın ağır yüküyle beraber firaktan gelen ağır gamları da başına yüklenen ihtiyar kardeşler ve ihtiyare hemşireler! Benim vaziyetimi, anladınız ki sizinkinden çok şiddetli iken, madem böyle bir ayet-i kerîme tedavi etti, şifa verdi; elbette Kur’ân-ı Hakîm’in eczahane-i kudsiyesinde, umum dertlerinize şifa verecek ilâçları vardır. Eğer iman ile ona müracaat edip ve ibadetle o ilâçları istimal etseniz, belinizde ve başınızdaki o ihtiyarlığın ve gamların ağır yükleri gayet hafifleşecektir.

Lem’alar, s. 375-377

LÛ­GAT­ÇE:

adem: yokluk.

eczahane-i kudsiye: İlâhî, kudsî eczahane.

hayrü’l-halef: hayırlı takipçi, bir kimsenin yerini alan ve ona lâyık hareket eden kimse.

hiss-i kable’l-vuku: bir şeyi olmadan önce hissetmek.

intisab: bağlanma.

mevt: ölüm.

tebeyyün: ortaya çıkma, netleşme, anlaşılma.

zeval: sona erme, yok olma.

Okunma Sayısı: 1958
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı