H. MUHARREM OKUR - ARDA BİLİK
Dünyamız son yüzyılda çok hızlı bir dönüşüme girdi. Son yirmi yılda ise bu dönüşüm âdeta baş döndürücü bir hâle büründü. Teknolojinin gelişmesine bağlı olarak hayatımızı bir cihette gerçekten kolaylaştıran ürünler her yanımızı sarmış durumda. İletişim, ulaşım, konfor, sağlık konularında insanlığın daha önce ulaşamadığı noktalara ulaşmış durumdayız. Üretim ve tüketim her yıl yeni rekorlar kırıyor. Peki insanlığın faydasına yapılan tüm bunlara paralel olarak insanlık ne elde etti? Ne kazandık? Kıtlıklar, savaşlar, zulümler bitmedi. İklimsel felâketler baş gösterdi. Küresel ısınma konusunda geri dönülemeyecek nokta dedikleri nokta aşılalı yıllar oldu. İnsanlık elde ettiği gelişimi durup irdelemeden, fayda-zarar analizi yaparak zararlı yönlerini törpüleme yoluna gitmeden, yeni gelişimleri, ürünleri toplumlara sunarak, satarak maddî-manevî yıkımlara ortam hazırladı. Çark o kadar büyüdü ve sistemleşti ki artık durdurmaya ve değiştirmeye güç yetmeyecekmiş hissi uyandırıyor.
Elbette insana bu aklı ve gelişim potansiyelini ihsan eden Cenab-ı Hakk’ın da bir kader programı var. Dolayısıyla akıbetin hayır olacağını her zaman ümit ediyoruz. Bu doğrultuda insanlığın çıkış yolunun, tüm bu gelişimlerin insana acizliği, fakirliği ve ihtiyacının şiddeti dolayısıyla ihsan edilmiş birer nimet olduğunu düşünerek; her ne koşulda olursa olsun acizliğinin ve fakirliğinin idrakine varıp yaratıcısını bulmasında olduğunu Risale-i Nurlar bize Kur’ân’dan ders veriyor. Bu idrakte olunmadığında, elde edilen maddî-manevî bir terakkîye karşı insanlık kendi ilmi ve kabiliyetiyle elde ettiği yanılgısına düştüğünde; güneşin, gezegenlerin ve yıldızların hareketlerinde; hayvanların, bitkilerin, toprağın, yağmurun kendi vazifelerinde; hücrelerin, organların, damarların faaliyetlerinde; zerrelerin, atomların hareketlerinde zerre miktar hissesi olmayan ve zehirli bir böceğe, gözle görülmeyen bir mikroba mağlup olan insan, büyük bir gaflete, tekebbüre ve kibre düşmüş oluyor. Bu kibir neticesinde düzeni altüst edip, yüklenemeyeceği yüklerin altında kendini ezeceğini de düşünemiyor. Gelinen noktada bu kadar nimetlerin içerisinde yüzülmesine rağmen küresel felâketler, toplumsal çöküşler, türlü türlü afetler ve karanlık tablo bunun bir tezahürü. Elde edilen terakkînin, ulaşılan güzelliklerin, eldeki imkânların şükür ve ibadete vesile olması ve insanlığın umumuna fayda sağlayacak hizmetlerde kullanılması gerekirken, maneviyattan kopularak ölçüyü aşmak bu tabloyu daha da karartıyor. Bediüzzaman Said Nursî bu hususlarda Emirdağ Lahikası eserinde söyle bir tespitte bulunmaktadır:
“Nimet ve rahmet-i İlâhiyenin fiyatı, şükürdür. Biz, şükrü hakkıyla vermedik. Evet, rahmetin fiyatını şükürle vermediğimiz gibi, zulmümüzle, isyanımızla gadabı celbediyoruz. Şimdi zemin yüzünde zulüm ve tahribat, küfür ve isyanla, nev-i beşer, tam tokada kendini müstehak etti ve dehşetli tokatlar yedi. Elbette bir parça hissemiz de olacak.”(1) Bu tespit aynı zamanda içerisinde çözümü de barındırdığından, hissemiz olan ve yediğimiz dehşetli tokatlara karşı ümitsizliğe ve karamsarlığa düşmek yerine derhâl Rabbimize yönelip, içsel bir muhasebe ve umumî bir tövbe ile şükür ve ibadetlere yönelmek kara bulutları dağıtıp, geceyi gündüze çevirecektir inşaallah.
Dipnot:
1- Emirdağ Lâhikası, s. 61.