Bir mesele daha var; o da çok ehemmiyetlidir. Hükm-ü Kur’ân’a göre, bu zamanda mimsiz medeniyetin icabatından olarak hâcât-ı zaruriye dörtten yirmiye çıkmış. Tiryakilikle, görenekle ve itiyadla, hâcât-ı gayr-i zaruriye, hâcât-ı zaruriye hükmüne geçmiş. Ahirete iman ettiği halde, “Zaruret var” diye ve zaruret zannıyla dünya menfaati ve maişet derdi için dünyayı ahirete tercih ediyor.
Kırk sene evvel, bir başkumandan beni bir parça dünyaya alıştırmak için bazı kumandanları, hatta hocaları benim yanıma gönderdi.
Onlar dediler: “Biz şimdi mecburuz. ‘Zaruretler haramı helâl edebilir.’ [Mecelle: Madde-21.] kaidesiyle Avrupa’nın bazı usûllerini, medeniyetin icablarını taklide mecburuz” dediler.
Ben de dedim: “Çok aldanmışsınız. Zaruret sû-i ihtiyârdan gelse, kat’iyen doğru değildir; haramı helâl etmez. Sû-i ihtiyârdan gelmezse, yani zaruret haram yoluyla olmamışsa zararı yok. Meselâ; bir adam sû-i ihtiyârıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse ve sarhoşlukla bir cinayet yapsa, hüküm aleyhine cari olur, mazur sayılmaz, ceza görür. Çünkü sû-i ihtiyârıyla bu zaruret meydana gelmiştir. Fakat bir meczub çocuk cezbe halinde birisini vursa, mazurdur. Ceza görmez. Çünkü ihtiyârı dâhilinde değildir.”
İşte, ben o kumandana ve hocalara dedim: “Ekmek yemek, yaşamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var? Sû-i ihtiyârdan, gayr-i meşrû meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler haramı helâl etmeye medar olamazlar. Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryaki olmuşsa, mutlak zaruret olmadığı ve sû-i ihtiyârdan geldiği için, haramı helâl etmeye sebep olamaz. Kanun-u beşerî de bu noktaları nazara almış ki, ihtiyâr haricinde zaruret-i kat’iye ile, sû-i ihtiyârdan neş’et eden hükümleri ayırmıştır. Kanun-u İlâhîde ise, daha esaslı ve muhkem bir şekilde bu esaslar tefrik edilmiş.”
Bununla beraber zamanın ilcaatıyla zaruretler ortalıkta zannederek bazı hocaların bid’alara taraftarlığından dolayı onlara hücum etmeyiniz. Bilmeyerek “Zaruret var” zannıyla hareket eden o bîçarelere vurmayınız. Onun için kuvvetimizi dâhilde sarf etmiyoruz.
Bîçare, zaruret derecesine girmiş, bize muhalif olanlardan hoca da olsa onlara ilişmeyiniz. Ben tek başımla daha evvel aleyhimdeki o kadar muarızlara karşı dayandığım, zerre kadar fütur getirmediğim, o hizmet-i imaniyede muvaffak olduğum halde, şimdi milyonlar Nur Talebesi olduğu halde, yine müsbet hareket etmekle onların bütün tahkiratlarına, zulümlerine tahammül ediyorum.
Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakit de onlara yardımcı olarak çalışıyoruz. Asayişi muhafazaya müsbet bir şekilde yardım ediyoruz. İşte bu gibi hakikatler itibarıyla, bize zulüm de etseler hoş görmeliyiz.
Emirdağ Lâhikası, 371. mektup, s. 575
LÛGATÇE:
hâcât-ı gayr-i zaruriye: Zorunlu olmayan ihtiyaçlar.
hâcât-ı zaruriye: Zorunlu ihtiyaçlar.
icâbât: Gerekenler, lâzım gelenler.
mimsiz medeniyet: Başındaki “mim” harfinin çıkarılmasıyla “deniyet” olarak okunan ve “alçaklık, aşağılılık” anlamına gelen tâbir.
sû-i ihtiyâr: İradenin kötü yönde kullanılması, kötü tercihte bulunma.
zaruret: Zorunluluk, mecburiyet.