İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
İnsanın havf ve muhabbeti halka teveccüh ettiği takdirde, havf bir belâ, bir elem olur; muhabbet bir musîbet gibi olur. Zira, o korktuğun adam, ya sana merhamet etmez veya senin istirhamlarını işitmez. Muhabbet ettiğin şahıs da, ya seni tanımaz veya muhabbetine tenezzül etmez.
Binaenaleyh, havfın ile muhabbetini dünya ve dünya insanlarından çevir, Fâtır-ı Hakîm’e tevcih et ki, havfın O’nun merhamet kucağına, çocuğun anne kucağına kaçtığı gibi, leziz bir tezellül olsun; muhabbetin de saadet-i ebediyeye vesile olsun.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Sen şecere-i hilkatin ya bir semeresi veya bir çekirdeğisin. Cismin itibarıyla küçük, âciz, zayıf bir cüzsün. Lâkin Sâni-i Hakîm lütfuyla, latif sanatıyla seni cüz ve cüz’îden, küll ve küllîye çıkartmıştır.
Evet, cismine verilen hayat sayesinde, geniş duygularınla âlem-i şehadet üzerinde cevelân etmekle, filcümle cüz’iyet kaydından kurtulmuşsun. Ve keza, insaniyet îtâsıyla, bilkuvve küll hükmündesin. Ve keza, iman ve İslâmiyet ihsanıyla, bilkuvve küll olmuşsun. Ve keza, marifet ve muhabbetin in’amıyla muhit bir nur olmuşsun.
Binaenaleyh, dünyaya ve cismânî lezaize meyledersen, âciz, zelil bir cüz’î olursun. Eğer cihazatını insaniyet-i kübra denilen İslâmiyet hesabına sarf edersen, bir küllî ve bir küll olursun.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Bu kadar elîm firak ve ayrılıklara maruz kalmakla çektiğin elemlerin sebebi ve kabahati sendedir. Çünkü o muhabbetleri gayr yerinde sarf ediyorsun. Eğer o muhabbetleri cem’ edip Vâhid-i Ehad’e tevcih ve Onun hesabıyla, izniyle sarf edersen, bütün mahbubların ile beraber bir anda birleşip, sevinçlere, memnuniyetlere mazhar olacaksın.
Evet, bir sultana intisab eden bir adam, o sultanın, her şeyle alâkadar, her mekânda herkesle muhaberesi, alâkası zımnında, o adam da, bir cihette, bir derece alâkadar olabilir.
Mesnevî-i Nuriye, Onuncu Risale, s. 235
LÛGATÇE:
âlem-i şehadet: Görünen âlem, maddî âlem.
bilkuvve: Potansiyel olarak, kabiliyet olarak.
cem’ etmek: Toplamak.
cevelân: Dolaşma, dolanma, gezinme.
Fâtır-ı Hakîm: Her şeyi bir maksada uygun ve hikmetle benzersiz bir şekilde yaratan Allah.
filcümle: Genellikle, bütünüyle.
firak: Ayrılık.
havf: Korku, korkmak.
in’am: Nimet verme, nimetlendirme, ihsan etme.
insaniyet-i kübra: En büyük insanlık, İslâmiyet.
intisab: Mensup olma, bağlanma, girme.
îtâ: Bahşedilme, verilme, ihsan edilme.
lezaiz: Lezzetler.
muhabbet: Sevmek, sevgi.
muhit: Kuşatıcı, cami, kapsamlı.
Sâni-i Hakîm: Her şeyi sanat ve hikmetle yaratan, Allah.
semere: Meyve, netice.
şecere-i hilkat: Yaratılış ağacı.
tezellül: Kendini alçak tutmak, aşağı kabul etmek.
Vâhid-i Ehad: Bir olan ve birliği her bir şeyde tecelli ede n Allah.
zımnında: Kapsamında.