Üç Noktadır.
Birinci Nokta: Şeytanın en büyük bir desisesi, hakaik-ı imaniyenin azameti cihetinde dar kalpli ve kısa akıllı ve kàsır fikirli insanları aldatır, der ki: “Bir tek zat, umum zerrat ve seyyarat ve nücumu ve sair mevcudatı bütün ahvaliyle tedbir-i rububiyetinde çeviriyor, idare ediyor deniliyor. Böyle hadsiz acib, büyük meseleye nasıl inanılabilir? Nasıl kalbe yerleşir? Nasıl fikir kabul edebilir?” der. Acz-i insanî noktasında bir hiss-i inkârî uyandırıyor.
Elcevap: Şeytanın bu desisesini susturan sır “Allahuekber”dir. Ve cevab-ı hakikîsi de, “Allahuekber”dir. Evet, “Allahuekber”in ziyade kesretle şeair-i İslâmiyede tekrarı, bu desiseyi mahvetmek içindir.
Çünkü insanın âciz kuvveti ve zayıf kudreti ve dar fikri, böyle hadsiz büyük hakikatleri “Allahuekber” nuruyla görüp tasdik ediyor ve “Allahuekber” kuvvetiyle o hakikatleri taşıyor ve “Allahuekber” dairesinde yerleştiriyor ve vesveseye düşen kalbine diyor ki:
Bu kâinatın gayet muntazamca tedbir ve tedviri bilmüşahede görünüyor. Bunda iki yol var:
Birinci yol: Mümkündür. Fakat gayet azîmdir ve harikadır.
Zaten böyle harika bir eser, bir harika sanat ile, çok acib bir yol ile olur. O yol ise, mevcudat, belki zerrat adedince vücudunun şahitleri bulunan bir Zat-ı Ehad ve Samed’in rububiyetiyle ve irade ve kudretiyle olmasıdır.
İkinci yol: Hiçbir cihet-i imkânı olmayan ve imtina derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir cihette makul olmayan şirk ve küfür yoludur. Çünkü Yirminci Mektub ve Yirmi İkinci Söz gibi çok risalelerde gayet kat’î ispat edildiği üzere, o vakit kâinatın her bir mevcudunda ve hatta her bir zerresinde bir ulûhiyet-i mutlaka ve bir ilm-i muhit ve hadsiz bir kudret bulunmak lâzım geliyor. Tâ ki mevcudatta bilmüşahede görünen nihayet derecede nizam ve intizam ve gayet hassas mizan ve imtiyaz ile mükemmel ve müzeyyen olan nukuş-u sanat vücud bulabilsin.
Elhâsıl: Eğer tam lâyık ve tam yerinde olan azametli ve kibriyalı rububiyet olmazsa, o vakit her cihetçe gayr-i makul ve mümteni bir yol takip etmek lâzım gelecek. Lâyık ve lâzım olan azametten kaçmakla, muhal ve imtinaa girmeyi şeytan dahi teklif edemez.
Lem’alar, On Üçüncü Lem’a, s. 171
LÛGATÇE:
desise: Hile, aldatmaca.
hakaik-ı imaniye: İman hakikatleri.
kàsır: kısa.
mümteni: Mümkün olmayan, imkânsız.
müzeyyen: Ziynetlendirilmiş, süslenmiş.
nukuş-u sanat: Sanat nakışları, işlemeleri.
nücum: Yıldızlar.
seyyarat: Gezegenler.
şeair-i İslâmiye: İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler.
tedbir-i rububiyet: Her şeyi idare ve terbiye eden Cenab-ı Hakk’ın kâinat ve mahlûkat üzerindeki hikmetli faaliyeti, tasarrufu, idaresi.
ulûhiyet-i mutlaka: Hiçbir kayda ve şarta bağlı olmaksızın ilâh olma.
Zat-ı Ehad ve Samed: Tek olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayıp her şey kendisine muhtaç olan Allah.
zerrat: Zerreler.