Bir şeyin sânii o şeyin içinde olursa, aralarında tam bir münasebet lâzımdır ve masnuatın adedince sâni’lerin çoğalması lâzımdır. Bu ise muhaldir. Öyle ise sâni’ masnu içinde olamaz. Meselâ, matbaa ile teksir edilen bir kitap, yine bir adamın kalemiyle yazılıyor. O kitabın nakışları, harfleri kendisinden sümbüllenmez. Kâtip de o kitabet sanatı içinde değildir. Ve illâ, intizamdan çıkar. Öyle ise masnuun nakışları kendisinden değildir; ancak kudret kalemiyle, kaderin takdiri üzerine yazılıyor.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Aklın pek garip bir hali vardır. Öyle bir yed-i tûlâ sahibidir ki, bazen kâinatı ihata etmekle kucağına alıyor. Bazen daire-i imkândan çıkar, en yüksek dairelere müdahaleye çalışır. Bazen de bir katre suda boğulur, bir zerre içinde yok olur, bir kılda kaybolur. Maahâzâ, hangi şeyde fenâ ve kaybolursa, bütün varlığı o şeye münhasır olduğunu bilir. Ve hangi bir noktaya girse, bütün âlemi beraberce götürmek isteğindedir.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Eğer dünyanın veya vücudun mülkiyeti, zilliyeti sende ise taahhüt, tahaffuz, korku külfetleriyle nimetlerden lezzet alamazsın, daima rahatsız olursun. Çünkü noksanları tedarik, mevcutları telef olmaktan muhafaza ile, daima evham, korkular, meşakkatlere mahal olursun. Halbuki o nimetler, Mün’im-i Kerîm’in taahhüdü altındadır. Senin işin, Onun sofra-i ihsanından yiyip içmekle şükretmektir.
Şükürde bir zahmet yoktur. Bilâkis nimetin lezzetini arttırır. Çünkü şükür nimette in’amı görmek demektir. İn’amı görmek, nimetin zevalinden hâsıl olan elemi def’ eder. Zira, nimet zâil olduğundan, Mün’im-i Hakikî onun yerini boş bırakmaz, misliyle doldurur; ve teceddüdünden lezzet alırsın.
Evet, “Onların duâları şu sözlerle sona erer: ‘Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.’ (Yunus Sûresi: 10.)” olan ayet-i kerîme, hamdin ayn-ı lezzet olduğuna delâlet eder. Çünkü hamd, in’am şeceresini nimet semeresinde gösterir. Ve bu vesile ile, zeval-i nimetin tasavvurundan hâsıl olan elem zâil olur. Çünkü şecerede çok semere vardır; biri giderse, ötekisi yerine gelir. Demek, hamd ayn-ı lezzettir.
Mesnevî-i Nuriye, s. 136
LÛGATÇE:
ayn-ı lezzet: Lezzetin ta kendisi.
daire-i imkân: İmkân âlemi, kâinat ve varlıklar âlemine ait âlem.
evham: Vehimler, zanlar, kuruntular.
in’am: Nimet verme, nimetlendirme, ihsan etme.
kitabet: Kâtiplik, yazma.
masnuat: Sanatla yapılmış varlıklar.
Mün’im-i Kerîm: Kerem sahibi nimet veren, yedirip içiren, nimetlerin hakikî sahibi olan Cenab-ı Hak.
sâni’: Sanat eseri meydana getiren.
tahaffuz: Korunma, sakınma.
teceddüd: Tazelenme.
yed-i tûlâ sahibi: Uzun eli olan; alanında çok geniş bilgi sahibi olan, hüner ve sanatında maharet sahibi (mecaz).
zilliyet: Sahiplik, himaye edici olma, koruyuculuk.