Elcevap: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünkü bazı şerâit dahilinde dua makbul olur. Şerâit-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir.
Ezcümle, dua edileceği vakit, istiğfar ile manevî temizlenmeli; sonra makbul bir dua olan salâvat-ı şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salâvat getirmeli. Çünkü, iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur.
Hem “bizahri’l-gaybi” yani “gıyaben ona dua etmek,”
Hem hadiste ve Kur’ân’da gelen me’sur dualarla dua etmek; meselâ:
* “Allah’ım, Senden kendim ve onun için dinde, dünyada ve ahirette af ve afiyet diliyorum.” (Hâkim, Müstedrek, 1:517.)
* “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Ve bizi Cehennem azabından koru.” (Bakara Suresi: 201.)
gibi câmi’ dualarla dua etmek,
Hem hulûs ve huşû ve huzur-u kalp ile dua etmek,
Hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra,
Hem mevaki-i mübarekede, hususan mescidlerde,
Hem Cuma’da, hususan saat-i icabede,
Hem şuhur-u selâsede, hususan leyali-i meşhurede,
Hem Ramazan’da, hususan Leyle-i Kadirde dua etmek, kabule karin olması rahmet-i İlâhiyeden kaviyyen me’muldür.
O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut dua olunanın ahiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek, aynı maksat yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez, belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.
Mektubat, s. 327
***
Dua-i kavlî-i ihtiyarînin makbuliyeti iki cihetledir: Ya aynı matlûbu ile makbul olur veyahut daha evlâsı verilir. Meselâ, birisi kendine bir erkek evlât ister. Cenab-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. “Duası kabul olunmadı” denilmez. “Daha evlâ bir surette kabul edildi” denilir. Hem bazen kendi dünyasının saadeti için dua eder. Duası ahiret için kabul olunur. “Duası reddedildi” denilmez. Belki, “Daha enfa bir surette kabul edildi” denilir. Ve hakeza…
Madem Cenab-ı Hak Hakîm’dir; biz Ondan isteriz, O da bize cevap verir. Fakat, hikmetine göre bizimle muamele eder. Hasta, tabibin hikmetini ittiham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sülfato verir. “Tabib beni dinlemedi” denilmez. Belki ah u fizarını dinledi, işitti, cevap da verdi, maksudun iyisini yerine getirdi.
Mektubat, s. 352
Medrese-i Yusufiye Mektupları
Risale-i Nur asayişin temel taşını muhafaza ediyor
Sâlisen: Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi bu acib zamanda anarşilikten kurtulmak için beş esas lâzım ve zarurîdir: Hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet, serseriliği bırakıp itaat etmektir. Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı zaman, bu beş esası kuvvetli ve kudsî bir surette tesbit ve tahkim ederek, asayişin temel taşını muhafaza ettiğine delil ise, bu yirmi sene zarfında Risale-i Nur’un, yüz bin adamı vatan ve millete zararsız birer uzv-u nâfi’ haline getirmesidir. Isparta ve Kastamonu vilâyetleri buna şahittir. Demek Risale-i Nur’un, ekseriyet-i mutlaka eczalarına ilişenler her halde bilerek veya bilmeyerek anarşilik hesabına vatana ve millete ve hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ederler. Risale-i Nur’un yüz otuz risalelerinin bu vatana yüz otuz büyük faydasını ve hasenesini, vehham ehl-i gafletin sathî nazarlarında kusurlu tevehhüm edilen iki-üç risalenin mevhum zararları çürütemez. Onları bunlarla çürüten, gayet derecede insafsız bir zalimdir.
Amma benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurları ise, bilmecburiye, istemeyerek derim ki: Yirmi iki sene müddetinde, gurbette, haps-i münferid hükmünde, yalnız ve münzevî olarak hayat geçiren ve bu müddet zarfında ihtiyârıyla bir defa çarşıya ve mecma-ı nâs büyük camilere gitmeyen ve çok tazyik ve sıkıntı verildiği halde, bütün emsali menfîlere muhalif olarak, istirahati için bir tek defa hükûmete müracaat etmeyen ve yirmi sene zarfında hiçbir gazeteyi okumayan ve dinlemeyen ve merak etmeyen ve tam iki sene Kastamonu’da ve yedi sene başka menfâlarında bütün yakın ve görüşen dostlarının şehadetiyle, küre-i arz yüzündeki boğuşmaları ve harpleri ve sulh olmuş ve olmamış ve daha kimler harp ettiklerini bilmeyen ve merak etmeyen ve sormayan ve üç sene yakınında konuşan radyoyu üç defadan başka dinlemeyen ve hayat-ı ebediyeyi imha eden ve hayat-ı dünyeviyeyi dahi elem içinde eleme, azap içinde azaba çeviren küfr-ü mutlaka karşı, galibâne Risale-i Nur ile mukabele ettiğine onun ile imanlarını kurtaran yüz bin şahidin şehadetiyle ispat eden ve Kur’ân’dan tereşşuh eden Risale-i Nur ile ölümü yüz bin adam hakkında idam-ı ebedîden, terhis tezkeresine çeviren bir adama bu derece ilişmek ve me’yus etmek ve onu ağlatmakla, o masum yüz binler kardeşlerini ağlatmaya hangi kanun var? Hangi maslahat var? Adalet namına emsalsiz bir gadir olmaz mı? Ve kanun hesabına emsalsiz bir kanunsuzluk değil mi?
Şualar, On Dördüncü Şua, s. 380