Tesettür giyimini bir sektör olarak önümüze koyan, İslâm dünyasını yaptıkları ile etkilemeyi başaran, bir misyon olarak gördüğü bu vazifeyi önce İslâm dünyasında yaygınlaştırıp dünyaya aktarmak isteyen öncü kuruluş Tekbir Mağazalarının Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Karaduman ile geçmişten bu güne kısa bir yolculuk yaptık…
Geçen birkaç hafta içinde tesettür tartışmaları oldu. Bir kadın yazar, bol pardösü giyilmesi noktasından tesettürün tarifini yaptı. Medyada az da olsa bir tartışma ortamı meydana getirdi. Siz ne dersiniz bu konuda?
Kur’ân-ı Kerîm’de bunun açık tarifi var. Yani Ahzab Sûresinin 59. âyetinde “Ey peygamber eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle dışarı çıktıkları zaman dış örtülerini alsınlar.” Diyelim bir etek, bluz giyiliyorsa bir dış örtü emri gelmiş oluyor. Yani giymeleri gerekiyor bunu. Yapıp yapmamak ayrı bir konu, ama bunun bir tarifi var. Başörtüsü ile de ilgili Nur Sûresinin 31. âyetinde “Ey Peygamber mü’minlerin kadınlarına da söyle başörtülerini taksınlar ve göğüslerinin üzerine sarkıtsınlar” diyor. Burada da bir tarif var. Peygamberin uygulaması önemli. El ve ayak bileklerine kadar uzun olacak şekilde elbise giyilmesi, şeffaf olmaması, vücut hatlarının ortaya çıkmaması esaslarına dayanarak. Yüz görülebilir, ama kulak ve saç görünmeyecek, boyun altı görünmeyecek şekilde örtünün bağlanmasının ifadeleri çok net olarak bütün kaynaklarda mevcut. Burada mezhepler arasında ihtilâf da yok.
İşte oradan yola çıkarak günümüzdeki tesettür anlayışının değiştiğinden bahsediliyordu. Başına başörtüsünü bağlıyor, ama geri kalan kısımda bahsettiklerinizin olmadığı yönünde tartışmalar oldu.
Onu şöyle yapmak lâzım; Açık olan bir bayan örtünmeye karar veriyor. Başörtüsü örtüp sonra yavaş yavaş tunikti, pardösü idi, bir kabana geçiş yapıyorsa, bunlar makul olabilir. Ama “tesettür bu” diye giyiyorsa, bunun tesettür olmadığı bütün kaynaklarda mevcut. Yani tesettürün tanımını yeniden yapacak halimiz yok. Haddimize de değil. Ama bu çizgilere uyarak, pardösüden tutun çarşafa kadar, hatta bir kumaş parçasıyla da örtünülebilir.
Bütün peygamberler döneminde tesettür var, ama uygulama biçimi farklı farklı. Ülkemizde de öyle; Konya’da farklıdır, Ege ve Karadeniz’de farklıdır yöresel kıyafetler. Önemli olan vücut hatlarını ortaya çıkarmayan kıyafetlerden oluşması, şeffaf ve ince olmaması… Bunlara riayet edip istediğiniz kadar geliştirebilirsiniz.
Sektörün kurucusu bir anlamda İdris Peygamberdir. Terzidir. Evde yapılan dikişlerden sektöre geçiş onunla başlıyor. Günümüze de sektörel anlamda Türkiye’de hiçbir mağazada tesettüre uygun kıyafet yokken, sektörel alanda bunu biz başlattık. Allah bize nasip etti. Ve 1982’den 1992’ye kadar amatör olarak çalışmalarımız oldu. 1992 yılında düzenlediğimiz defileyle tesettüre uygun kıyafet uygulamasını Türkiye’nin, Avrupa’nın ve dünyanın gündemine getirmeyi hedeflemiştik. Profesyonelliğe geçme bu defileyle başladı. Bizimle haber belgesel yapan haberciler filan diyorlar ki; “Bayanda moda dünyasını Fransa yönlendiriyor, erkekte İtalya, tesettürde de siz, İstanbul yönlendiriyor.” Ben onların söylediklerini söylüyorum. Böylece uluslar arası prestiji olan bir marka haline de gelmiş olduk. Burada Yeni Asya’nın da katkıları var. Bir ara hazırladığı takvimde bizim kıyafetleri kullanmıştı, 90’lı yıllarda… Çok da büyük katkısı olmuştu. Büyük bir patlama yapmıştık. Bizim Aile dergisinde de çok yer vermişlerdi. Sonraki yıllarda haberler, röportajlar yapıldı. Yani, Asya grubunun gayretleri inkâr edilmez.
Modadan bahsetmişken sektörü İtalya, Fransa, Avrupa yönlendiriyor dediniz. Tesettürde de siz. Peki, arada etkileşme oluyor mu?
Moda dünyası birbirinden etkileniyor. Ben meselâ cep, kol, yaka da etkileniyorum. İşe 1982’de başladık. 1982’den önce dünyanın hiçbir yerinde özelikle etek boyları uzun değildi. Bizim defilelerden, özellikle 1992’den sonra bütün dünyada boyların uzadığı açıkça görülüyor. Yani pardösü ve mantolar Avrupa’da bile bileklere kadar uzadı. Demek ki modacılar önyargılı değil. Gördükleri güzel şeyleri alırlar. Politik davranmazlar. Birbirlerinden etkilenirler.
Sonra semavî dinlerin tamamında örtü, tesettür var. Şimdi Avrupa uygulamıyor, ama bende 1915’lerin bir kataloğu var. Avrupa’da bütün etek boylarının ayak bileğine kadar uzun olduğu net olarak görülüyor. 1930’lardan sonra dünyanın gündemine moda girmeye başladı. 50-60’lardan sonra mini etek furyası başladı. Kısacası 1930’lardan önce mini etek, ya da kısa etek diye bir şey yoktu. Etek boylarının tamamı bütün dünyada uzundu.
Arap dünyasından da etkileşim oluyor mu?
Arap dünyası bu işin içine tam giremedi. Amatör anlamda kendi ürettikleri yöresel kıyafetleri var. Onun dışında bir şeyleri yok. İslâm dünyasında millî kıyafet olarak çarşaf var. Bütün ülkelerde bu var. Âlimlerin de, Kur’ân’daki tesettür tanımına en yakın olarak kabul ettikleri, ittifakla çarşaftır. Mezhepler arasında bile bu tartışma yok. İran’da bile çarşaf var. Aramızda bazı konularda ihtilâf var, ama bu konuda yok. Bugün Pakistan’a gitseniz de bunu bulursunuz. Arabistan’a gitseniz de bunu bulursunuz. Çarşaf millî kıyafet gibidir.
Onu giymeyenler de günün şartlarında farklı tasarımlar yapabiliyor. Günümüz Türkiyesi’nde modernleşme söz konusu. Ama giyim kuşamda tesettürün dışına çıkarsanız, tabiî ki olmaz. Yani Kur’ân’ın belirlediği çerçeve içinde Peygamberimizin (asm) uygulaması içerisinde, onlara yakın durmak gerekiyor. Genç kız örtünüyorsa bir başörtüsü ile başlayabilir. Tunikti, kabandı, pardösü idi… Geçiş yapabilir. Ama “tesettür bu” deyip de streç üzerine bir başörtüsü giyiyorsa, zaten bu tesettür olmuyor. Sadece biz kendimizi aldatmış oluruz.
Arap ülkelerindeki çalışmalarınızdan devam edecek olursak…
Arap ülkelerine yeni yeni girmeye başladık. Fas, Cezayir, Tunus gibi… Daha Arap ülkelerine girmiş değiliz. İran’a filan ulaşamadık daha. Özellikle bu Arap baharından sonra talepler daha yoğunlaştı. Fas, Cezayir ve Tunus’ta mağazalar zinciri kuruyoruz. Tekbir mağazalar zinciri oralarda da yayılacak.
1982 yılında tesettüre uygun giyecekler ile sektöre farklı bir pencere açtınız. Peki, tesettüre uygun giyim kuşam konusunu 1982’den öncesi ve sonrası olarak nasıl değerlendirebilirsiniz?
1982’den önce geleneksel dediğimiz bir tesettür hâkimdi. Biz bunu Osmanlı ve İslâm ülkelerinin arşivlerini inceleyerek günümüz teknolojisi ile de birleştirerek yeni bir tarz ortaya koymaya çalıştık. Bunda bir milleti, bölgeyi ya da devleti esas almadık. Bütün İslâm dünyasını kucaklayacak bir tasarım olarak düşündük. Aşağı yukarı İslâm dünyası da bunda ittifak ediyor. Bir örnek vereyim: “Biz İslâm devletini kurduk, atom teknolojisini geliştirdik, ama sizin bu üretiminiz hem inancımıza, hem kültürümüze uygun. Buraya gelin. Modanın girmesine engel olamıyoruz” cümleleri kullanıldı. Yani İslâm devletini kurmak yetmiyor. Bütün yönleriyle; gazetesiyle, televizyonuyla, kültürel tasarımıyla, modasıyla birlikte hareket etmeniz lâzım. Meselâ, İran en büyük darbeyi buradan alıyor. Tesettüre uygun tasarım noktasında yetersizler. Öyle ciddî ısrarları var ki. Bize, “Laik, Batılı bir ülkede bunu nasıl başardınız? Sizi tebrik ediyoruz. Büyük cihad yapıyorsunuz” şeklinde cümleler kullanıyorlar. Kendileri bunu yapamadıkları için, değerini kıymetini biliyorlar. Gerçi oraya yönelik çalışmalarımız var, ama neticeye ulaşılmış değil. 2007-08’de İran moda tasarımına önem vermeye başladı. Bu bağlamda, 15 ülkeden tesettür üreten firmaları ülkelerine çağırdılar, fuar yaptılar. Biz de katıldık. Defileler oldu. 15 ülke içinde tasarımda bize birincilik ödülünü verdiler. İki sene üst üste…
2004 yılında da Malezya’da aynı şey oldu. “Tesettürün dünü bugünü yarını” konulu, akademisyenlerin katıldığı bir konferans ve 15 ülkenin tesettür firmalarının katıldığı fuar vardı. Ona da öncü olarak çağrıldık. Çok güzel gelişmeler oldu. Her sene bunun bir ülkede gerçekleştirilmesi kararlaştırıldı. Döndükten hemen sonra organizasyonun Endonezya’da yapılacağını, katılıp katılmayacağımızı sordular. Katılacağımızı söyledik. Fakat tsunamiden dolayı gerçekleşmedi. Ancak Malezya’da defilelere başlanmış. Yani netice almışlar.
Anlattıklarınız İslâm dünyasındaki etkileri üzerine. Türkiye’yi nasıl etkilediniz biraz da bundan bahseder misiniz?
Önceleri tesettürlüleri “kara çarşaflı, sıkmabaşlı, örümcek kafalı” olarak anarlardı. Şimdi ise defileler düzenleniyor. Bazı gazeteler diyor ki, “Osmanlı sarayındaki prenseslere benziyor” veya “değişik bir güzellik” şeklinde cümleler sarf ediliyor. İlk defilemizde, Star gazetesinde yazan Engin Ardıç’ı pek tanımıyordum. O zaman tanıştık onunla. Günün yorumunu tesettür defilesi ile yapmıştı. Yorumunda tesettür defilesini Türkiye’nin kucaklayıp benimsediğini belirterek “Bizim de annemiz, bacımız örtülüdür. Örtüye herkesin saygısı vardır. Kimsenin küçük düşürücü manşet atmaya hakkı yoktur. Tesettür defilesindeki mankenlerin hepsi Osmanlı sarayındaki prensesler benziyor” şeklinde yorumlarda bulundu. Bunların hepsi 1992 haberleri. Büyük yankılar oldu. Örtünmenin güzelliğinin örtmek olmadığı, tam tersine bir güzellik olduğu ifade edildi. Bir örnek vereyim. İlk defilemize 1992’de bir telefon geldi; “Biz sizin telefonunuzu Star tv’den aldık. Biz kızlarımızın örtünmesi için 4 sene çalışma yapmıştık, ama başarılı olamamıştık. Şimdi defileleri görünce ‘Aa ne kadar güzel, biz de örtünmek istiyoruz’ dedi kızlarımız. Bizim 4 senede başaramadığımızı siz başardınız. Tebrik ediyoruz” dediler. Suadiye’de oturuyorlarmış. Diğer bir örnek de; Ben mağazadaydım. Bir genç bayanla bir erkek geldi. İkisi de uzun boylu, manken görünümlü… Erkek, “Ben Avrupa’dan geliyorum. Gönlümüzü fethettiniz, sizi tebrik ediyorum” dedi. “Gördüğünüz gibi eşim açık, sizin bu kıyafetlerinizden etkilendi, örtünmeye karar verdi. ‘Ama ben örtünürken de mutlaka Tekbir’den örtünmem gerekiyor’ dedi. İşte geldik, alış veriş yapıyoruz. Anne babamızı görmeye, tatile gelmedik. Sabah uçağıyla indik, akşam uçağıyla geri döneceğiz. Tekbir’de örtüneceğiz, Eyüp Sultan da kurban keseceğiz” dediler.
Avrupa’da da bu defileye çok geniş yer verildi. Tv’ler, dergiler, belgeseller… Tv’lerde açık oturumlara konu oldu. “Türkiye’de bir Tekbir firması var, defileler yapılıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz” diye modacılara sorular sordular. Modacılar ise, “Olağanüstü, harika, mükemmel. Bütün semavî dinlerde örtünme var” diyor.
Türkiye’ye baktığımızda da hızlı bir örtünme var. Geçiş kolay ve rahat oldu. Meselâ bazı gazeteciler “Ben açığım, ama bir pardösü ve üzerine uyumlu eşarp gördüğüm zaman gözlerimi ayıramıyorum, hayran kalıyorum” ifadelerini kullandı.
Yine bir canlı yayında karşımda başı açık bir kadın vardı. Birçok şeye tepki gösteriyor. Bir reklâm arasında dedi ki, “Mustafa Bey, o kadar güzel şeyler yapıyorsunuz ki, bakın ben buna karşı çıkmıştım. Beni bile etkiliyorsunuz. Benim bile örtüneceğim geliyor. Onun için karşı çıkıyorum” demişti. Bu anlamda, Türkiye’ye büyük faydası oldu. Her kesimden insan kendisine uygun tasarımlar bulup giyebildi.
Eski resimlerde ablalarımızı veya yengelerimizi görüyoruz. Saçın yarısı açıkta. Ama şimdi Allah emrettiği için örtüyorlar. Allah nasıl tarif etmişse ona göre örtünmek gerekiyor. Etek, bluz dikiyorum, o da bir ihtiyaç, ama dışarıda giymemek lâzım. Dikilecek, ama evde giyilecek, dışarıya onunla çıkılmayacak. Çünkü bunu Allah emrediyor. Sadece bizim tasarlamamız yetmiyor. Sizin bu yayınları yapmanız gerekiyor. Hatiplerin tesettürü izah etmesi gerekiyor. Çok iyi anlatması gerekiyor. Ancak birlikte, başarabiliriz, tek başına başarmak mümkün değil.
Tesettür giyimle ilgili çalışmalara başladığınızda engellerle karşılaştınız mı?
Karşılaşılmaz mı? Yani bunun olacağına, yürüyeceğine kimse inanmıyordu. Hatta, aynı değerlere sahip olduğumuz mağaza sahipleri vardı. Kıyafeti tanıttığım yıllarda adam karşı çıkmıyordu, “düşünce olarak güzel” diyordu. Çünkü aynı değerleri taşıyoruz. “Tasarım, çizgiler güzel, ama bunu kime satacağız kardeşim” diye soruyordu. “Bu işin piyasası yok ki” diyordu. “Piyasası olan kıyafetleri yaparsan, sen de kazanırsın ben de…” diyordu. Ben, “olsun” dedim. “Tesettür olmadığında kazancın helâl olduğuna inanmıyorum. Bana düşen bunları yapmak, size düşen de reyonlara koymak” diyordum. Bazı güçlü mağaza sahipleri de, bıyık altından gülüp “bu sizin işiniz” filan dediler. Yani pek istikbal görmediler. Bu tip şeylerle karşılaştık.
İlk defilemizde hiçbir otel kabul etmedi. Sanki burası Rusya imiş. Ama daha sonra gazetelerde boy boy yayınlar çıkınca bu otellerden dâvetler geldi. Özetle ilk başlarda ciddî anlamda sıkıntılar yaşadık.
Karşılaştığınız zorlukların içinde, “ben bunu mutlaka yapmalıyım” diye sizi gayrete getiren bir hatıranız, hikâyeniz var mı?
Bu işe başladığımda bizim inancımız gereği tesettüre uygun tasarım yapmamız gerekiyor. Bir tv programında da söylemiştim; “Ben bir gazeteci olsaydım, mutlaka İslâmî yazılar yazardım. Televizyoncu olsaydım, mutlaka İslâmî programlar yapardım. Bir devlet adamı olsaydım, kendi inancıma göre yönetmeye çalışırdım.” Bu dâvâya, ancak bu sektörde olduğumdan dolayı, tesettür yaparak hizmet edebilirim. Bu anlayışla yapıyorum bu işi. Bunu her vesile ile dile getiriyorum. Beşikten mezara kadar dünyadaki bütün faaliyetlerinizi kendi değerlerinize göre yapmanız gerekiyor. Yani İslâmın ölçü koymadığı hiçbir şey yok. Her alanda kendi değerleri, görüşleri, kaynakları var. Ne yaparsak yapalım, kendi inançlarımızı referans almamız gerekiyor.
Gelecekle ilgili ne gibi planlarınız var? Defileler devam edecek mi meselâ?
Tekbir ilklerin markası, ilk defileyi yaparak tesettürü dünyaya tanıttık, bizim amacımız zaten tesettürü tanımalarıydı, defile amaç değil bir araçtı, amacımıza ulaştık bundan sonraki hedefimiz bütün İslâm ülkelerinde bu sektörün kurulması, yayılması. Bu bir misyon işi. Kendi inanç değerlerinizi, kendi Önemli olan o ülkelerde bu sektörün kurulması. Tesettür giyimin dünyaya hâkim olması. Bunu Tekbir yapar, başkası yapar önemli değil. Allah’ın emri olan tesettürü önce İslâm ülkelerinin, sonra dünyanın gündemine getirmek amacımız oldu. Dünyadaki her şey örtülü olarak dünyaya geliyor. Ama bir tek insan çıplak olarak geliyor ve örtünmesi gerekiyor. Bu fıtratının ve inancının bir gereğidir.
Şu anda kaç ülkede faaliyet gösteriyorsunuz?
15 ülkede. Bunun yanı sıra özellikle komşu ülkelerle yüksek gümrük duvarları var, utanç duvarı gibi. Bu yanlış bir strateji. Bunların yıkılması lâzım. Bunun üzerinden atlayıp da Avrupa’ya gittiğiniz zaman başarılı olamazsınız. Global olarak düşünmek gerekiyor.
Recep Bozdağ
[email protected]