Risale-i Nur’dan bir ders okuyoruz. Resmen bir ruh tamirinden geçiyoruz.
Ders öyle bir açılıma uğruyor ki, sanki satırlar kitaplar hacminde.
Nereden çıkıyor bu bağlantılar? Nereye gidiyor konunun ucu, bucağı? Ve bunlar nasıl oluyor, neden şimdi oluyor? Açılım denen şey neden, nasıl oluyor?
İhlâs Risalesi’nde, İhlâsı koruma ve muhafaza etmenin iki sebebi vardır.
Birisi, rabıta-i mevt. Diğeri, tefekkür. Huzur-u daimî.
Kendi ölümünü düşünmek tabiri geçiyor.
Müzakereye katılanlara sorduğumuzda okuyan başta olmak üzere, kimse üzerine almamış konuyu.
Ölen hep başkasıdır ya! Konu bize gelmeyecek ya! Ne garip bir yanılgı.
Kendi ölümümüzü biraz tefekkür edince, kabir kapısında olmak, kabir taşındaki ismimizi okumak. Hakikaten insanı lezzetlerden alıkoyuyor. Lezzetleri acılaştırıyor. Epeyce bir zamandır, ölümü gündemimize almadığımız anlaşılıyor.
İhlâsı korumak ve muhafaza etmenin bir sebebinin içe dönük tefekkür olduğu, diğerinin de dışa dönük varlık âlemi ile tefekkür olduğu anlaşılıyor. Aslında iç dış fark etmiyor, her şey ‘tefekkür’e dâvet ihtiva ediyor.
Bir, ölüm düşüncesi insanı arzularından uzaklaştırıyor; bir de nimetlerden mün’ime gitmek hali.
Doğrusu ders bittiğinde, pek çok göçüklerimin tamir gördüğünü, içimden yarın böyle olmayalım dediğimi, değişim istediğimi, yenilendiğimi hissettim. Evet, ders bittiğinde herkes içe/kendine dönüktü. Ders, ciddî bir bakımdan geçirmişti muhataplarını. Ders, ders olmuştu gerçekten.
Her dersin kâinatta bir karşılığı vardır. O dersi dinledikten sonra, artık o ders âlemde işleme başlamıştır. O dersle kâinat bir renk daha kazanmıştır. Belki de o ders o dinleyici için üç beş yıl sonrasında oluşabilecek bir cinayeti önlemiş olacaktır. Ders ciddiye alınmalı, yoka dersteki hakikate hürmetsizlik olur.