‘Türkiye’de Yargıya Güven’ başlığını taşıyan Ersan Örselli hocanın kitap çalışması, (Nisan-2016-Çizgi Kitabevi-Konya) sadece yargıya değil, genel olarak ‘güven’in günlük, sosyal, siyasi ve toplumlararası arenada nasıl bir karşılığının olduğunu da ortaya koymuş.
Anlaşılan güven, her türlü ilişkinin temelini oluşturuyor. Güven olmadan hiçbir şey olmuyor. O zaman önce her yerde ‘güven’i tesis etmek gerekiyor.
İnsanın kendine olan güveninden Yaratıcısına olan güvenine kadar güvenin temas etmediği hiçbir şey yok gibi.
Çalışmada, ‘İnsanoğlu günlük yaşamında her türlü şeye, sadece diğer bireylere değil, aynı zamanda hayvanlara, cansız nesnelere, sistemlere veya kurumlara da güven duyabilir.’ deniliyor.
Tabii burada önemli olan, güvenin boyutu ve seviyesini ifade eden, ‘kim ya da neye ve neden’ güven duyulduğudur. Bir hukukçuya güven duyarak anlatılanlar ile bir doktora güven duyup anlatılanlar elbette aynı değildir. Yani kiminle, neyi, neden, nereye kadar paylaşıyoruz bu önemlidir.
Ama ortada bir gerçek var ki, insanın ilişkiler ağı içerisinde olduğu en küçük daireden en genişine kadar hepsinin temelinde güven faktörü vardır.
Ve, sağlıklı ilişkiler güven etrafında gelişir.
Türk Dil Kurumu Büyük Sözlük’te güven; ‘korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat’ olarak ifade edilmektedir.
İnsanlık tarihi kadar eski bir geçmişi olan ‘güven’ meselesi, bugün ister birey olsun ister kurumlar, hatta devlet organizasyonları ‘güven’ etrafında geleceğe dönük adım atmaktadırlar.
‘Güven’ içeriden başlayıp, dışa doğru kapsamı genişleyen aile, toplum ve diğer toplumlar arasında ‘güven’ duygusu tartışmasız bir önceliğe sahiptir.
Güven, günlük hayatın bir vazgeçilmezidir. Ve her an, her yerde aktiftir.
Soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu, dinliyor olduğumuz insanı aslında adı konmadan bir güven duygusu içerisinde yiyor, içiyor, dinliyoruz.
Kitap, akademik bir çalışma ancak, anketlerle, güncel hayatın içindeki kurumları ele aldığı için dikkatleri çekmeyi başarmış.
2015 yılında gerçekleştirilen 26 il, seksen üç ilçe ve toplamda da üç yüz seksen iki mahallede, 2000 katılımcı ile yüz yüze görüşülerek oluşturulmuş bir çalışma olduğu için sonuç bölümündeki her cümlenin günlük hayatta gerçekçi bir karşılığı var.
Özellikle de çalışmanın hedef alanı olan ‘Yargıya güven’ ile ilgili pek çok sağlıklı sonuçlara ulaşılmış. Hatta güvenin düzeyi, o düzeyi etkileyen sebepler, konunun hakimler, savcılar boyutu, siyasi iradenin yargı üzerindeki etkisi, mahkemeler, basın, üniversiteler gibi onlarca etken ele alınmış.
Kitabın sonuç bölümünde, ‘Yargı sistemimiz ile ilgili kötümser bir tablo çizmektedir.’ denilmiş. Evet, gerçekler acıdır. Ama araştırmanın ortaya çıkardığı sonuç ne ise onun da ifade edilmesi yine bir güven gerektiriyor.
Güven kaybı sebepleri içerisinde ise, ‘Yargının tarafsızlığı, güvenilirliği, bağımsızlığı, siyasallaşması’ konularında vatandaş olumsuz bir algı taşırken, bunun yanında ‘Yargılama sürelerinin uzunluğu ve tutarlılığı’ konularındaki algı gibi faktörler ve ayrıca, ‘yargılama sonucunda verilen kararların çoğunlukla kamuoyu vicdanını rahatlatmaktan uzak olduğu’ düşüncesinin etkili olduğu ifade edilmiş. ‘Hukukun üstünlüğü ve demokrasiyi benimsemiş ülkelerde vatandaşların yargıya güven duymaması beraberinde birçok problemi de doğurmaktadır.’ denilerek, yargıya güven kaybının ne gibi bireysel ve sosyal bozulmalara sebebiyet vereceği ortaya konmuş.
Durum onu gösteriyor ki, kurumlar önce sağlıklı işleyişine kavuşarak vatandaşın güvenini kazanmak durumundadır.
Bu belki de öncelikli iş olmalıdır.