Sıkıntı ve musîbetler insanın bir gerçeğidir.
Ama her sıkıntı halinin de bir çaresi vardır. Kimseye bütün kapılar kapanmaz. Nitekim ölüm bile açık bir kapıdır. Öldürmeyen her hal insanın gelişimine vesiledir. İnsanın meşgul olduğu daire genişledikçe sıkıntı da, çare yolları da genişler. Kimseye takatinin üstünde yük yüklenmez. Bu, İlâhî adalettir.
Sıkıntı kalben, ruhen, aklen ya da bedenen yaşanır. Her duygunun sıkıntı hali onun gelişimine bir katkıdır. Durağanlığı kırmaktır. Kozadan -dış şartlara uygun hale gelip- çıkmaktır. Sıkıntı, hikmetlerle yüklüdür. İhmal edilen noktaların sinyalleridir. İnsan hırs gösterip, sabırsızlık sergileyip kaldıramayacağı bir yükün altına girmezse, Allah hiçbir kuluna takatinin üstünde bir imtihan vermez. Verilen sıkıntının şiddeti oranında insana tahammül gücü, sabır ve çözüm bulma enerjisi de verilir.
Bu da İlâhî adalettir. Onun için bazen, “Sen bu zor şartlarda nasıl yaşıyorsun?” denilen kişi, diyen kişiye acıyan gözlerle bakar. Çünkü o sıkıntı o kişi için bir ferahlama, bir farklı pencereden bakma vesilesidir.
İnsan kendisine çizilen İlâhî sınırları zorlamazsa, çare vardır: “Lüzumsuz ve malayani bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp afakî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hadisatına merak ile dinleyerek, karışarak, ruhlarını sersem ve akıllarını geveze edenler, bilerek kendi zararına fiilen rıza göstermek cihetinde, “Zarara razı olana şefkat edilmez” manasındaki kaide-i esasiye ile şefkat hakkını, merhamet liyakatını kendilerinden selb eder. Onlara acınmaz ve şefkat edilmez. Ve lüzumsuz başlarına belâ getirirler. Ben tahmin ediyorum ki; bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında selâmet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran yalnız hakikî ehl-i îman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur’un dairesine sadâkatle girenlerdir. Çünkü bunlar, Risale-i Nur’dan aldıkları îman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, her şeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp, her şeyde kemal-i hikmetini, cemal-i adaletini müşahede ettiklerinden; kemal-i teslimiyet ve rıza ile rubûbiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musîbetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlâhiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler. İşte buna binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler -hadsiz tecrübeleriyle- Risale-i Nur’un îmanî ve Kur’ânî derslerinde bulabilirler.” (Kastamonu Lâhikası)