"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Emanet ve ahid

Şemseddin ÇAKIR
04 Mart 2022, Cuma
Emanetin ve sadâkatin İslâmiyet’te önemi izahtan varestedir. Yani çok açıktır ve onu hakkıyla izah da zordur. Çünkü, ‘kal’den ibaret olmayıp ‘hal’idir. Onun için “Lisan-ı hal lisan-ı kàlden daha natıktır.” denilmiştir. Fakat biz buna rağmen niyet ve tevekkül ettik.

Evet mü’minin en mühim vasfı emin olmaktır; zira o, Hz. Peygamberimiz’in (asm) risalet göreviyle müşerref olmadan aldığı ilk ahlâkî unvandır ve peygamberlerin de beş sıfatından biridir. (Bu beş sıfat; ismet, fetanet, adalet, emanet ve tebliğ-i şeriattır.) Evet, beş sıfattan bilhassa “emanet”, o insanların fevc fevc İslâm’a girmelerinde temel teşkil etmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri de; yerin göğün mesuliyetinden korkup uhdesine alamadığı ve bize emanet edilen kitabı kastederek, “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-ı imaniyenin kemalatını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tabileri elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler. Belki, küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de, İslâmiyete dehalet edecekler.” demiştir. Zaten Peygamberimiz (asm) döneminde ve ondan sonraki dönemlerde aynen böyle olmadı mı?

Elbette bu kadar önem atfedilen bir şeyin de temeli o derece sağlam olmak gerekir ki, biz de onun için bu meseleye naslar (âyetler ve hadisler) zaviyesinden izaha çalışacağız. Meselâ;

Mü’minlerin temel vasıfları hakkında Peygamberimiz (asm), “Bana on âyet indi ki, durumları bunlara uyanlar Cennete gidecektir.” buyurup, Mü’minun Sûresi’nin ilk on âyetini okudu. Biz, konumuz olan “EMANET” ile bu hakikatleri sınırlamaya mecburuz. İşte o âyet-i kerîmelerden: “…yine onlar (o mü’minler) ki, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.” (Mü’minun Sûresi 8. Âyet) buyuruluyor.

Yani mü’min; iinsanların; elinden, dilinden ve halinden emin olduğu kimsedir. Tarih buna şahittir. Müşrikler bile kıymetli eşyalarını, düşman olmamalarına rağmen Hz. Muhammed’e (asm) emanet ederlerdi. 

Ayrıca emanet, Esma-i Hüsna’da; “Emin” ve “Mü’min” diye zikredilir. Bunlar elbette İlâhî vasıflar olarak İslâm ahlâkının merkezî kavramlarındandır. Emin olmak, Peygamberimiz’in (asm) daha risalet göreviyle müşerref olmadan tavsif edildiği temel ahlâkî vasıflarından olup kendisine “Muhammedü’l-Emin” denilmesi onun o ahlâk üzere yaratıldığının delilidir. O halde mü’minlerin de, emin olmaları gerekir.

Aksi ise nifaktır ki, Peygamberimiz (asm) bu meselenin vahametini hadis-i şeriflerinde, “Münafığın âlâmeti üçtür; konuşunca yalan söyler, emanete hıyanet eder ve vaadinden döner.” buyurmaktadır. 

Emanete ihanetin vahametlerinden birisi de, vasf-ı küfür oluşu; hatta en vahimi de, yukarıda ifade ettiğimiz gibi münafıklık âlâmetlerinden olmasıdır. Bütün bunların yanında, hadis-i şerifin işaretiyle kıyamet âlâmetlerindendir. İşlerin naehillere tevdi edildiğini bugün yakinen müşahede ediyoruz.

Evet, emanete riayet; Nebevî bir vasıftır. Bunun zıddı ise nifaktır. Ancak sadâkatin ve emanetin lüzumunun tartışılmazlığının yanında, bunların doğru yerde kullanılması da bir o kadar önemlidir. Aksi takdirde tiryak iken zehir olur. 

Bir şeyin önemi ne kadar fazlaysa istismarı da o nispette tehlikelidir. 

Meselâ: “Bütün ‘izm’ler; avutur, uyutur, fakat asla doyurmaz” denilmiştir. 

Âyet-i kerîmede: “Emaneti ehline veriniz.” (Nisa Sûresi 58. Âyet) buyuruluyor.

Bu ne demektir?

Başta din-iman olmak üzere günlük hayattaki emanet eşyası buna dahil olduğu gibi; devletin hizmet makamları da, hatta şu hayat ve dünya da birer emanettir. Eğer bunları ehline vermezseniz, yanlış yapmış olursunuz. 

Şimdi gelelim; bugün ‘emanet’ veya ‘emanetler’ deyince başka ne anlayacağımıza: 

1- Kur’ân-ı Kerîm ve onun muhteviyatından olan:

Yer, gök, dağlar bu emanetin mesuliyetinden Allah’a sığındığı halde insanın buna cüret etmesi acaba neden? Yani biz Kur’ân-ı Kerîm’in ihtiva ettiği kuru-yaş her şeyden mesulüz.

Her meselede olduğu gibi bu meselede de ölçümüz yine Hz. Muhammed’dir (asm).

2- Bedenimiz ve onun müştemilatı olan ruh, hayat, akıl, şuur ve his gibi duygular da emanettir.

3- Şu muhteşem kâinat ve onun müştemilatı, bir manada insana emanettir. Cenab-ı Allah, “Andolsun ki, Tevrat’tan sonra Zebur’da da yazıp, Kur’ân’da da vadettik ki; (sonunda) yeryüzüne mutlaka salih kullarım varis olur.” (Enbiya Sûresi 105. Âyet) buyurmaktadır. İşte bu da, emaneti ehline vermeyi ifade eder.

Bunda değil sadece insanların, hayvanların dahi hukuku var ve İslâm adaleti öyle muhittir ki, hayvanların hakkını da teminat altına almıştır.

Netice olarak emanete riayet; fazilettir, asalettir, cesarettir, dirayettir, teşekkürdür, teslimiyettir ve tevekküldür. Vesselâm!

Okunma Sayısı: 1775
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Andullah

    4.3.2022 18:16:48

    Emanetin yergök ve dağlara verilmesi konusunda söz konusu bu yerlerin Bu emaneti kabul etmemesi yani onlara ağır gelmesi ve cahil olan insanın Bu emaneti kabul etmesi meselesi ile ilgili bir bağlantı kurmak istiyorum. Bu bağlantı şu şekilde söylenebilir Hz Musa aleyhisselam'a tur dağında veya tuva vadisi'nde Allahu Teala'nın ağaca bak diyerek orada tecellisinin yansımasının olması ve daha paramparça olması dağların Bu emaneti kabul edemeyeceği ile ilgili bir ipucu olabilir mi bir örnek olarak verilebilir mi veya allahü Teala'nın insanın kalbine nazargah ilahi olması yani yere göğe sığmadım yani yere göre emanet verilmemesi meselesi yere göğe sığmadım ama mümin kulumun kalbine sığdım meselesi burada zikredilebilir mi

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı