Hayat; icra ettiğimiz halde idrak edemediğimiz, ism-i Azam’ın tecelli ettiği en büyük nimetlerdendir. Fakat bilmem binde kaç kişi bu nimeti idrak ve itiraf eder? Fakat biz idrak ettiğimiz kadar izah’a çalışalım.
Biz hayatı; biyolojik canlılık nitelikleri olan, kimyevî reaksiyonlardan ibaret, maksadı olmayan, istikameti meçhul sığ ve anlamsız davranışlar olarak görmediğimiz için, bu gibi müşkil meselelerde Bediüzzaman’ın derin tahlilleriyle, çok kısa ve tanım seviyesinde bakıp asıl mevzuum olan Hz. İsa’nın (as) hayatına yoğunlaşmak istiyorum.
Hayat: Altı ismi azamdan biri olan “HAY” isminin bir tecellisidir. Yani hayat: İsmi Azam’ın bir inikası olduğu için öylesine külliyet ve ehemmiyet arz etmiştir ki, Bediüzzaman Hz. “İsm-i Hayy’ın bir cilvesi uzaktan uzağa aklıma göründü ve uzaklığına rağmen bazı remizlerle o hakikat-i ekberin ve Nuri Azam’ın bazı şuâlarını muhtasaran görmeye çalışacağız” der ve şöyle devam eder: “Hayat,
• Şu kâinatın en ehemmiyetli gayesi,
• Hem en büyük neticesi,
• Hem en parlak nuru,
• Hem en lâtif mayası,
• Hem gayet süzülmüş bir hülâsası,
• Hem en mükemmel meyvesi,
• Hem en yüksek kemâli,
• Hem en güzel cemâli,
• Hem en güzel ziyneti” (Lem’alar Otuzuncu Lem’a, s. 323) gibi çok tanımlar yapmaktadır ve her biri birer kitap cesametin de konulardır.
Hz. İsa’nın (as) hayatı, semaya ref’i, nüzulü ve mematı gibi gündemdeki önemli konulardan, ancak bu yazımızda kısa hayat ve semaya yükselişi işlenecektir.
Bilhassa günümüzün gündemini meşgul eden meselelerden birisi de, Hz. İsa’nın (as) hayatıdır. Çünkü; Hz. İsa (as); ahir zamanda kıyamete alâmet olarak indirilip, âlemi İslâmı Deccal belâsından ve içine düştüğü vahşet, helâket ve felâketlerden kurtaracağı müjdelenen, ülül azm bir peygamber olarak çok önemlidir. Fakat her şeyde olduğu gibi bu müjdenin kabulünde bile muvafıklar ve muarızlar vardır.
Zira bu meselede de, Kitap, Sünnet, İcma’i ümmet’e rağmen, “altın kupa içinde zehir sunarcasına” ehl-i sünnet ulemasını Kur’ân’ın ve hadisi şeriflerin sarahatına rağmen, Hıristiyan teolojisinin ve misyonerlerin etkisinde kalmakla itham edenler, asıl tehlikeyi gözden kaçırarak 1850’li yıllardan itibaren materyalist felsefenin tahakkümüne girip; Yahudi teolojisinin, oryantalist ve müsteşriklerin etkisine kapıldıklarını gözden kaçırmaya çalıştıklarını idrak edemiyorlar.
Âlemi İslâm ve insanlığın kurtuluş reçetesi olarak naslar ile (Âyet ve Hadisler) bildirilen böyle küllî bir hayra karşı çıkanları; Firavunun Belâm’ından, Cengiz’in Cafer Hocası’ndan daha beter bir durumda görünür. Çünkü; onlara direkt baskı ve can tehlikesi söz konusu idi. Bunların ise böyle bir mazereti dahi olmadan, kendilerini “Kur’ân Müslümanlığı” iddiası ile kamufle ederek samimiyetsizliklerini ortaya koydukları aşikârdır.
Bediüzzaman’ın “Batılı tasvir saf zihinleri idlal eder” kaidesine uyarak kişileri ve sözlerini teşhir etmiyeceğim. Bunu anlayabilmek için biraz basiret ve feraset yeter deyip, bunların bariz vasıflarıyla, asıl tehlikeye dikkat çekmeye gayret edeceğim.
Meselâ: Sen Hz. İsa’nın (as) hayatına ve inişine ait Âyet ve Hadislere rağmen, karşı çıkarken, Âlemi İslâm bugün esarette mi değil mi? Süfyan ve Deccalden haberin var mı yok mu? Yoksa sen başka bir dünyada mı yaşıyorsun? Asr-ı Saadette mi? Yoksa Fatih döneminde miyiz ki ihtiyacımız olmasın? Yoksa bu umumî belâyı def etmek için bildiğin bir başka çaren veya garantin mi var? gibi sorular akla geldiği için bunların cevaplandırılmasını da, onlardan istememiz gerekmektedir.
Yani bu âlemi İslâm çeşni olsun diye mi Hz. İsa’yı (as) bekliyor? Siz “kul bunalınca Hızır yetişir” sözünü de mi hiçe sayıyorsunuz? İtikadımız budur ki, bu vesileyle; hem Hz. Mesih, hem Hz. Mehdi ve hem de Hz. Hızır, Deccala karşı beraber olacaklardır. Bunu hangi mü’min istemez?
Devamlı Müslümanları suçlamakta maksadınız nedir? Bu zalimlerin hiç mi suçu yoktur ki, onlara toz kondurmayıp, üstelik haklı görüyorsunuz.
Eğer Müslümanı, Müslüman olarak suçluyorsan karşı çözümünüz nedir? diye serzenişin ötesinde bunları artık hesaba çekmek ehl-i imanın zarurî görevi haline gelmiştir.
Yine Bediüzzaman’ın “Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir” sözünü ve “...fitne katilden eşeddir..” (Bakara. 191) âyetinin hükmünü ihtar etmek isterim ve bu fitnenin; âlemi İslâmda 1880’li yıllarda İngiliz sömürgesi olan Hindistan’daki proje “kadiyanilikle” başladığını ifade ederek.
A- HZ. İSA (AS) HAYATTA MIDIR?
Bu başlıktaki soruya peşin cevabımız; kitap, Sünnet ve İcma’i Ümmetle EVET. Ancak bu cevabımız kıyamete yakın gelip, o menhus Deccalı öldürünceye kadar geçerlidir. Yani öyle önemli bir görevi ahirzamanda yaptıktan sonra o da, ölümü tadacaktır. Bu vesileyle neden o zamana kadar öldürülmeyip kıyamete kadar bekletildiğini bir kaç madde ile özetleyelim:
1. Her peygamberin kabule şayan bir duâsı vardır, işte Hz. İsa’nın (as) böyle bir duâsı da, “ahirzaman peygamberine ümmet olmaktır”. (Bu mesele bugünkü İncil nüshalarında da mevcuttur. Papazlar Efendimiz’in (asm) isimlerini ayıklayıp tahrif ederken her nasılsa bunu anlayamamışlardır. Yuhanna İncili’ndeki “paraklet”in (14/16, 15/26, 16/7) Ahmet anlamına geldiği Müslümanlarca ileri sürülmektedir ve bu hadise onun inancının ve duâsının kabulüdür. Hatta Yuhanna İncil’i “Selâniklilere mektuplar”dan biri de, “yasa tanımaz adam”a karşı çıkacağı şeklindedir ki, o yasa ancak Kur’ân-ı Kerîm’dir. Zira “İsa kendinden sonraki gelecek peygamberi müjdelemiştir ve onun ümmetinden olma şerefine nail olmak da, istemiştir. Bu aşikârdır ve onun için en makul bir istemdir. Âyeti kerîme buna şöyle işaret eder: “Bir zamanlar Meryem oğlu İsa şöyle demişti: Ey İsrail oğulları! Ben size (gönderilen) Allah’ın Rasulüyüm. Önümde Tevrat’ı onaylayıp doğrulayan ve benden sonra gelecek olan bir resulün müjdecisi olarak geldim ki, onun adı Ahmed’dir...” (Saf: 6) Yani “ben onu müjdelemek için geldim.”
Yani; o öyle mühim bir zattır ki, Allah (cc) onun müjdelenmesi için bir peygamber gönderiyor.
Tabiri caiz se başka bir şey de pek yaptırmadılar zaten. Sanki asıl görevi o imiş ve hayatıyla da bunu isbat etmişdir. Hıristiyanlar da, müjdeleneni değil de, müjdeleyeni muhatap alıp hatta taptılar. Aslında hiçbir peygamberin böyle bir sapıklığı istemesi mümkün değil.
Ey dinde sathî enaniyeti kaviler, bunların anlamını düşünmeyecek misiniz? Bu derece müjdelediği bir kâinat serverine ümmet olmayı istemek gibi bir şerefi idrakten âciz misiniz? Aslında bu sizin inandığınız peygambere, inancınızın zaafının ifadesidir.
Kur’ân açıkça teslisi reddetmekte ve Tevhidi esas temel prensip olarak ortaya koymakta (Nisa 171 bak teslis) olduğunu bilmiyor musunuz?
2. Zalim ve hasut Yahudilerin zulmünden elçisini azat etmektir.
3. Ahir zamanda gerçekten Deccalın fitne ve zulümleriyle zor duruma düşürülen Habib’i Muhammed’in (asm) ümmetini bu felâketler ve helâketlerden kurtarmak gibi temel sebepleri sayabiliriz. Ve şimdi ki, fitne de, işte tam o haber verilen fitnedir.
Zira İmam-ı Gazali “Doğru çıkan haberin butlanına gidilmez” demiştir.