"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Müteşabihat ve idrak ayinemiz

Şemseddin ÇAKIR
14 Ocak 2022, Cuma
Bu tabirin doğru anlaşılması için lügavi ve terim anlamıyla başlamak gerekiyor şöyleki.

Müteşabih: Benzeşen, ayırt edilmesi zor olacak derecede girift ve muhkem olmayan Kur’ân âyetleri ve Hadis-i şeriflerdir. Bunların mecazı ve belâgatı ilgilendiren derin anlamlı ifadeleri müteşabih olarak adlandırılırlar.

Sözlükte: Manası bilinemeyen ve bulunamayan gerçeklerin teşbih ve temsilleridir. diye de, izah edilebilir.

Âyet de “Sözün en güzeli” olan (K. Kerîm) Allah’ın dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği, hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz.” (Zümer Sûresi A. 23) âyetinde zikredilen “kitaben müteşabihen” ifadesinden, müteşabihatın pekiştirildiği anlaşılmaktadır.

Muhkem kavramı ise 4 âyette geçmektedir. 1. El Hac 22/20, 2. Muhammed 47/20, 3. Hut 11/1, 4. Müteşabihatla beraber zikredildiği Ali İmran 3/7. Âyeti kerîmeleridir. Bunlar aynı zamanda ümmül kitap olup anlamaları kolaydır.

Kur’ân-ı Kerîm’de yüz küsûr (107) kabul edilen müteşabihat ise; her ilimde derin vukufiyeti gerektirdiğinden tefsir yerinde te’vil yapılır. Herkesin anlaması imkânsızdır. Hatta meselenin hassasiyetine işaret olarak olsa gerek Hz. Ömer “müteşabih” meselesinde soru soran “Subeyg” adındaki kişiyi cezalandırmıştır. Bilhassa Ehl-i Kitap müteşabihatı İslâm aleyhine kullanmaya çok çalışmışlar ve çalışmaktadırlar.

Halbuki, âyet-i kerîmede, “Sana kitabı indiren O’dur. Onun (Kur’ân’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar kitabın esasıdır. Diğerleri de, müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar ise, fitne çıkarmak ve onu te’vil etmek için ondaki müteşabih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini, ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar.” (Ali İmran 3/7)

Bu âyet-i kerîmedeki mesajlara dikkat edilirse: 1. Kalplerinde eğrilik olanlar. 2. Fitne çıkarmak isteyenler. 3. Te’vil etmek için müteşabihlerin peşine düşenlere dikkat çekilerek.

4. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. 5. Bir de Allah’ın bildirmesiyle ilimde derinliği olanlar, diye mesele direkt Cenab-ı Allah’a bağlanmış ve ilimde Rasih olanların: ona inandık hepsi Rabbimiz tarafındandır deme inceliğini gösterdiği ihtar edilerek, kıyl’ü kal etmeleri yasaklanmıştır.

Bu kadar açık ikazlara rağmen kalplerinde eğrilik olup, fitne çıkarmak için müteşabihatın peşine düşenler bu gün de, belki dozunu arttırıp ilahiyatçılık ünvanlarını kullanarak âlem-i İslâmı ifsada devam ediyorlar. Böyle bir açık gerçek olunca biz de, onların o üç mezkûr sıfatları taşıyıp aynı zamanda “proje ve ulemaissu” olduklarını deşifre etmeye mecbur oluyoruz. Zira bunlar ilim kisvesiyle şeytanî bir gurura kapılarak ki, şeytan da, “Azazil” adıyla meleklerin hocası idi. Eminim masum halk, onların yanında melek misal olup, itikad, basiret ve feraset meselesinde onlardan çok ileridir. Bunlar, akılları ermediği o hikmetli hakikatleri inkâr ederek, kendileri gibi küfre gidenlerin sayılarını çoğaltmaya çalışıyorlar. Kanaatimce bu gün deizmin artış sebebinin baş sorumlusu bu modernist geçinen, aklı ermediği herşeyi inkâr eden bir de “Kur’ân Müslümanı” geçinen ilahiyatçılardır ki, biri de bu sıra kaderi inkârla meşgul oluyor. 

Bediüzzaman’ın dediği gibi “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut batılı hak görür. Evet kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için Hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz.” (Münâzarât, sualler ve cevaplar) Evet buradan alınacak çok muazzam dersler var. 

Meselâ: 1. Hiçbir müfsidin müfsitliğini itiraf etmeyip üstelik suret-i halattan gözükeceği, 2. Fakat milletin mihenge vurması gerektiği ki, bunun orijinal adı “İcma-i Ümmet”tir. 3. Hatta kendi sözüne de, hüsnü zan edip kabul etmeyip altın çıktıysa kalbde saklayıp, bakır çıktıysa gıybet ve bedduâ ile iade etmelerini, kim söyleye bilir? İşte itimad edilecek âlim böyle olur. Her halde Bediüzzaman böyle bir iman ve kararlılıkla milyonların imanını kurtarmıştır. İthamla değil.

Bu âyetlerin anlaşılamama hikmetlerinden biri de; Dinin aşkınlığıdır. Yani dinler için en büyük esas “aslu’l usûl” olmaktır. Elbette “külli akla” İlâhî iradeye istinat eden bir din için bazı şeylerin anlaşılamaması normaldir. O halde neden gönderilmiş denirse, onun gönderiliş hikmetlerini Üstaddan takip edelim, ancak âyeti kerîmede dahi, nasıl anlaşılacağı haber verilip; “ilimde rasih olanlar”a dikkat çekilmiştir. Fakat işlerine gelmediği için bu proje herifler, onlara da ateş püskürüyor.

Fakat; bu merdi kıptiler devamlı şeceat arz ederken sirketlerini beyan ediyorlar ve değil müctehit ulemaya icma-i ümmete de, karşı çıkıyorlar. Meselâ: Ahir zaman âlâmetlerini gözleri gördükleri halde inkâr etmek gibi. Bu meselede Bediüzzaman’ın Kastamonu Risalesi’ndeki 43. Mektub’un okunmasını önemle tavsiye ederim.

Bu müteşabihatın hikmet veya özelliklerinden biri de, istikbali ve ölüm sonrası ebedî hayatın anlatılmasıdır ki, bunlar olmadan ve görmeden nasıl anlaşılabilir? “Gaybı Allah’tan başkası bilmez” (Neml. 65) Belki Cenab-ı Hak ona (Resul’üne) bildirirdi, o da bildirirdi. Cenab-ı Hak hem Hakim’dir, hem Rahim’dir. Hikmet ve rahmet ise umur-i gaybiyenin çoğunun setrini iktiza ediyor. Müphem (gizli) kalmasını istiyor. Çünkü, şu dünyada insanın hoşuna gitmeyen şeyler daha çoktur; vukuundan evvel onları bilmek elimdir. İşte bu sır içindir ki ölüm ve ecel müphem bırakılmış ve insanın başına gelecek musîbetler dahi perde-i gaypta kalmış. (Ondokuzuncu Mektup s. 166) onun için istikbalde ümmetinin başına gelecek hadisatı tafsilatıyla bildirmemiş, yeteri kadar da, söylenmiştir.

Güzel hadiseleri de, kısmen kısa, kısmen de, tafsil ile bildirmiştir. Bunun misalleri çoktur, yazsam çok uzar. Fakat istikbale ait bir tek hadis-i şerifle yetinelim. Meselâ: “Benden sonra “gerçek” hilâfet, otuz senedir. Sonra ısırıcı sultanlar ve peşinden de, fesat ve ceberut olacaktır” (Ebu Davud, Sünnet, 8; Tirmiz’i Fiten 48…) bu hadisin ikinci kısmı “ısırıcı…” (Ahmet b. Hanbel, 4/273) de geçmektedir.

Bu hadis-i şerif, günümüz de, dahil koskoca İslâm tarihini bir iki cümleyle özetlemiştir. Yani hem hakikî halifeliğin süresini, hem saltanatlı hilîfeti ve hemde bu günkü fesat ve ceberutu en kısa, fasih ve beliğ bir şekilde anlatmıştır. Şimdi gerçekçi olalım! İslâm tarihini bilmeyen bundan ne anlar?

Demek, bu gün âlemi İslâm’daki ihtilâfların önemli bir sebebi de gaybi haberlerin naehiller tarafından farklı ve yanlış yorumlarıdır. Önce bu meselenin sebebini sonrada çözüm çaresini anlatmaya gayret edelim.

Gaybi haberler yukarda da, işaret edildiği gibi; genelde müteşabihat olarak verilip müphem bırakılmıştır. Müteşabihat da tabiri caiz ise çok bilinmeyen denklem gibidir. Yani ilimde Rasih olmanın ötesinde Vehbi ilim gerektirir, çünkü teşbihli olduğu için temsillerle izahı gerektiğinden hayli zor bir meseledir. 

Üstad bunun hikmetini şöyle anlatır: “Rasul-i Ekrem (asm) istikbalden haber verdiği bazı hadiseler, cüz’î birer hadise değil; belki tekerrür eden birer hadise-i külliyeyi, cüz’î bir surette haber verir. Halbuki, o hadisenin müteaddit vecihleri var. Her defa bir vechini beyan eder. Sonra Ravi-i hadis, o vecihleri birleştirir. Hilâf-ı vaki gibi görünür.

Meselâ, Hz. Mehdiye dair muhtelif rivayetler var. Tafsilat ve tasvirat, başka başkadır. Halbuki, 24. Sözün birinci dalında isbat edildiği gibi, Resul-i Ekrem (asm) vahye istinaden, her bir asırda kuvve-i maneviye-i ehl-i imanı muhafaza etmek için, hem dehşetli hadiselerde ye’se düşmemek için hem âlem-i İslâmiyetin bir sil sile-i nuraniyetinde olan Al-i Beytine ehl-i imanı manevî raptetmek için Mehdiyi haber vermiş… fakat “Büyük Mehdiden önce gelen emsalleri, numuneleri olan Hulefa-i Mehdiyyin ve aktab-ı Mehdiyyin evsafları asıl Mehdinin evsafına karışmış ve ondan rivayetler ihtilâfa düşmüş. (Ondokuzuncu Mektup, s. 165)

Bir de Deccalla ilgili, bir müteşabih hadis nakledelim. Rivayette varki: “Ahir zamanın eşhas-ı mühimmesinden olan Süfyanın eli delinecek.”

Allah en iyiyi bilir, bunun bir te’vili şudur ki: Sefehat ve lehviyat için gayet israf ile, elinde mal durmaz, israfata akar. Darb-ı meselde deniliyor ki, “filan adamın eli deliktir.” Yani çok müsriftir. İşte “Süfyan israfı teşvik etmekle, insanların o zayıf damarlarını tutup, kendine musahhar eder” diye, bu hadis ihtar ediyor. “İsraf eden ona esir olur, onun damına düşer” diye haber verir. (Beşinci Şuâ, s. 910)

Bu te’vilde görüldüğü gibi Rasulullah Efendimiz (asm) bir darb-ı mesele de, vurgu yaparak İslâm deccalının birinci âlâmetinin “millî serveti heba edip” insanları o zayıf damarından yakalayıp kendine musahhar ettiği, çok veciz anlatılmıştır. Demek mesele fikrî değil fiilîdir.

Böylece; basitlerle basiretlileri, fırsatcılarla ferasetlileri ve şarlatanlarla şahametlileri, korkaklarla kahramanları ayırmış oluyor. İşin bize bakan tarafı imtihan olmaktır. İnsan acıyla tatlıyı, güzelle çirkini, zehirle panzehiri ayırdığı gibi bu hakla batılı da ayırmaya mecburdur.

Yoksa bedeli çok ağır olur. Allah korusun mukabilinde, Din, iman, namus, şeref ve hürriyet gider.

Sonuç olarak bu bir tasarrufat-ı İlâhiyedir. Bu vesileyle 24 Nisan 2015 tarihli Yeni Asya’daki bir yazısında Yusuf Çağlayan’ın da Diyanete aynı konuda yaptığı çağrı gibi, bir çağrıyı ben de elzem görüyorum. Âlem-i İslâm’daki bu yanlışları; Türkiye’nin medarı iftiharı, Kur’ân-ı Kerîm’in en harika tefsiri olan Risale-i Nurlar’a göre düzeltip, ittihad-ı İslâmı temin etmek gibi, en ulvî bir görevi yaparak yine Üstadın ifadesiyle en büyük farz vazifeyi ifa etsinler. Yoksa indallahda, herkesten fazla kendileri mes’ul olacaklardır. Vesselâm!

Okunma Sayısı: 1387
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ali

    14.1.2022 06:30:55

    "Diyanete aynı konuda yaptığı çağrı gibi, bir çağrıyı ben de elzem görüyorum. Âlem-i İslâm’daki bu yanlışları; Türkiye’nin medarı iftiharı, Kur’ân-ı Kerîm’in en harika tefsiri olan Risale-i Nurlar’a göre düzeltip" Önce nurcular ortak bir görüş oluştursa, açık tutarlı metinler yazsa arkası gelebilir. Mesela: din siyset din içtimaiyat ilişkisinde ortak bir metin sunabiliyorlar mı ki?

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı