"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Yeni İlm-i Kelâm ve Risale-i Nurlar

Şemseddin ÇAKIR
05 Kasım 2021, Cuma
“Yeni İlm-i Kelâm” akımının 19. ve 20. asırlarla birlikte günümüzü de ihtiva ettiğini evvelki yazıda belirtmiştik. Mütekellimînin görevleri madem İslâm itikadını, hakkaniyetini, ispat ve müdafaadır; o halde onların zarurî olarak; bulundukları asrın fen, felsefe ve fikir akımlarını da bilmek gibi bir sorumlulukları vardır.

Ancak böylece İslâm’ı; hem kelâmî hem kevnî açıdan temsil edebilirler. Malûm ya, asrımız fennin ve teknolojinin baş döndürücü bir şekilde geliştiği bir devirdir. Kevnî delillerle de tevhid gerçeğinin ispat ve ilân edilmesi lâzımdır. Zira kelâm; İslâm’ın aslî disiplinlerinden olarak farz-ı kifaye hükmünde olduğuna göre, bu asır insanının fen dilini de çok iyi bilmek gerekir.

İslâm; aslî ve fer’î olmak üzere iki kısımdan müteşekkil olup, itikadî meseleler İslâm’ın aslî unsurlarını ifade ettiğinden itikad adına şayet bu görevi yapacak kimse bulunmazsa o devir Müslümanlarının hepsi, farz-ı kifayeyi terkten günahkâr olur. Dolayısıyla mütekellimîn, bulunduğu devrin insanlarını böyle bir farz-ı kifaye sorumluluğundan kurtarmıştır.

Madem ki bizim asrımız; âyet-i kerîmelerin ve hadis-i şeriflerin işaretleriyle ve delâletleriyle felâketler ve helâketler asrıdır. O halde bu asırda, geçen asırlara göre daha büyük bir ihtiyaç kaçınılmazdır. İşte bu bilinçle bir metot ve ciddiyet ortaya koymak lâzımdır. Malûmdur ki en büyük cihad, “Zalim hükümdara karşı hak sözü söylemek”tir.

Bunu, -Allah ondan razı olsun- tarihte İmam-ı A’zam gibi yapanlar olmuş; günümüzde ise Risale-i Nurlar müellifi, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri yapmıştır. 

Meselâ İmam-ı Rabbani, “Mehdi bin yıl sonra gelir.” (İmam-ı Suyuti) hadisine dayanarak, kendisini mehdi zannedip Mehdi’nin metodu olan isbatiyeciliği uygulamak istemiş. Fakat halk ona tepki göstererek, “Sen bizi ne zannediyorsun, hâşâ biz inkâr mı ediyoruz ki ispat ediyorsun, bizim imanımızda tereddüdümüz yok” diye kendisini uyarınca, İmam-ı Rabbani bakmış ki hakikaten mehdinin isbatiyecilik metodu o zamana uymuyor. Yanlış anlaşılan bir şey olduğu düşüncesiyle hadis külliyatını yeniden gözden geçirince “Hayrul kuruni karni sümmellezine yelunehüm sümmellezine yelüneküm” (Buhari, Şehadet 9, Fezailül Ashab 1, Rikak 7, Eyman 27… Hadis-i şerif 13 sahabe tarafından rivayet edilmiş ve mütevatirdir.) hadisini görüp, söz konusu bu bin yıllık sürenin tebe-i tabiinden sonra başlamasının doğru olacağı neticesine varmış ve böylece kendisinden yaklaşık üç yüz sene sonra gerçek Mehdi’nin geleceğini düşünerek ona karşı görevini yapmak isteyip Mektubat’ında ona iki mektup yazarak ondan “tevhid-i kıble” yapmasını (Kur’ân’ı rehber edip şahsa tâbi olmayıp tarikatları taklit etmemesini) istemiştir. Bu mektupların başlığı ise “Said bin Mirza” olarak yazılmıştır. (İmam-ı Rabbani’nin Mektubat’ı, Mektup  No:  75)

Üstad da, buna Mesnevî-i Nuriye ve Barla Lâhikası gibi eserlerinde temas etmiştir. Meselâ Üstad kendisine soru soran, “Hulusî-i Sani” ve “Sabrî-i Evvel” diye tabir ettiği bir talebesinin sorduğu soruya şöyle cevap vermiştir: “Mektubunda ilm-i kelâm dersini benden almak arzu etmişsiniz. Zaten o dersi alıyorsunuz. Yazdığınız umum sözler, o nurlu ve hakikî ilm-i kelâmın dersleridir. İmam-ı Rabbani gibi bazı kudsî muhakkikler demişler ki: “Ahir zamanda ilm-i kelâmı, yani ehl-i hak mezhebi olan mesail-i imaniye-i kelâmiyeyi birisi öyle bir surette beyan edecek ki; umum ehl-i keşif ve tarikatın fevkinde o Nurlar’ın neşrine sebebiyet verecektir. Hatta İmam-ı Rabbani kendisini o şahıs gibi görmüştür. Senin şu âciz ve fakir ve hiç ender hiç olan kardeşin, bin derece haddimin fevkinde olarak kendimi o gelecek adam olduğumu iddia edemem; hiçbir cihette liyakatim yoktur. Fakat o ileride gelecek âcib şahsın bir hizmetkârı ve ona yer hazır edecek bir dümdarı ve o büyük kumandanın pişdar bir neferi olduğumu zannediyorum. Ve ondandır ki, sen de yazılan şeylerden o acib kokusunu aldın.”

Bu ifadeler de, onun kendini perdelemelerinden biridir. Klâsik kelâmcılar, ya Bediüzzaman’ı anlamıyorlar ya da konjonktürel davranıyorlar. Yani Bediüzzaman’ı “Yeni İlm-i Kelâmcılar” listesine alamamışlar. Almadılar veya anlamadılarsa ne gam! Onu Hz. Ali, Abdülkadir Geylani ve İmam-ı Rabbani gibi zatlar keşifleriyle ve kerametleriyle takdim etmişler. Demek Üstad günümüz tasnifçilerinin kriterlerine uymamakla onların dar kalıplarına sığmamış ve iyi ki onlar da listelerine almamışlar. Elbette her şeyde bir hikmet ve hayır vardır.

Bir sürü inkılâp olacak, dine imana en ağır hakaretler yapılacak, korkudan gıkın çıkmayacak, bir de bütün baskılara rağmen tek başına: “(Bilmana) Ey Asya münafıkları ve Avrupa kâfirleri en akıllınızı, bilgininizi karşıma çıkarın. Onu mağlûp etmeye hazırım.” diye dünyaya meydan okuyup, ayrıca İstanbul Fatih’te kaldığı Şekerci Han’daki odasının kapısında “Burada her soruya cevap verilir.” diye bütün ulemayı ilzam ettiği halde bunları görmemek, göstermemenin izahı nedir? Bediüzzaman gibi, iddialarını tek tek ispat edip bir de karşıdakilerle başa çıkıp küfrün belini kırıp zir-ü zeber etmesinin tarihte emsali var mı ki, böyle allâme-i cihan bir zata lâkayt kalıyorsunuz?

Fakat ben de toptancılık yaparak haksızlık yapmak istemiyorum. 

Bazı hakları da teslim etmek isterim. Şöyle ki: Konyalı Mehmed Vehbi Efendi, Üstad’ın iki risalesini okuyunca: “Eğer bu kitaplar elime geçmeseydi Vehbi imansız gitmişti.” diye itiraf etmiştir. 

Merhum kelâmcı Bekir Topaloğlu’nun da -kendisi benim hocamdı- Yeni Asya’nın ilim teknik serilerinden eserleri görünce, “İşte bunlar; İzmirli İsmail Hakkı’nın hayal ettiği modern ilm-i kelâmdır.” dediğini hatırlıyorum.

Bir de fıkıhçı olduğu halde Ömer Nasuhi Bilmen’in “Bediüzzaman’ın kulağına fısıldayan var, bize yok.” demesi ve Mehmed Âkif’in de, Aristo, Sokrat gibiler Bediüzzaman’ın topuğuna yetişmez gibi sözleri de meşhurdur.

Bir de hariçteki hakperest âlimlerden ve fazıllardan söz edersek; 1900’lerde Bediüzzaman’la müşerref olan, Ezher’in müderrisi olarak bildiğimiz Şeyh Bahid Efendi’nin Üstad için, “Bediüzzaman” tesbitinde bulunup “Bu zatla münazara edilmez” demesi. Ayrıca Pakistan Maarif Nazırı (Millî Eğitim Bakanı) Ali Ekber Şah’ı da Bediüzzaman’ın kıymetini bilip takdir etmesini yad etmek icap eder.

1932’lerde ezan-ı Muhammediyenin (asm) Türkçe’ye çevrilip namaz sûrelerinin de çevrilmeye başlandığı sıralarda Bediüzzaman’ın Kur’ân-ı Azimüşşan’ın 40 cihetten mu’cizeliğini ispat ederek meydan okuması, onları o menhus niyetlerinden vazgeçirmesi ve “(Bilmana) Kardeşlerim küfrün belini kırdım, çatırtısını da duydum” sözünü söylemesi; onun bu milleti bir farz-ı kifaye sorumluluğundan kurtardığının bir ifadesi değil midir? Buna bir Müslüman, hele de bir âlim olarak nasıl lâkayt kalınabilir? Ehl-i insaf ve vicdana havale ediyorum. Üstad gibi bir zatı görmezden gelmeyi hangi Kelâm kriterlerine uyduracaksınız? 

İşte yukarıda alıntıladığımız sözleri, asırlar öncesinden o mübarek zatlar; işitip görüp tasdik edip işaret ve beşaret ettikleri halde, bu hakperestliği gösterip itiraf edemeyen nasıl kelâmcı olabilir? Ehl-i iz’an ve vicdan karar versin. İşte Hz. Ali’nin işaret ettiği “ulemaissu” olma zilletinden kendilerini kurtarmaları lâzım.

Evet Yeni İlm-i Kelâmcıların hâlâ korku duvarını aşamadıkları bir gerçektir.

Fakat ümitlendirici bazı âlimleri ve ilahiyatçıları da, bu vesileyle tebrik ederim. Hele geçen Cuma günü Yeni Asya’nın ikinci sayfasında “İşaratü’l-İ’caz: Bedî bir âlimin eşsiz eseridir.” Başlıklı beyandaki ifadelerin sahibi olan Ali Haydar Çetintürk Hoca’yı can-ı gönülden tebrik ederim. Çünkü meslekleri icabı da olsa herkesten önce onların bu hak perestliği göstermeleri lâzım ve elzemdir. Vesselâm.

Okunma Sayısı: 2238
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • M. Asıf Işık

    6.11.2021 14:47:46

    Tebrik ederim. Güzel bir değerlendirme yapmışsınız. Fakat ne gam! Muhterem Müellif zaten zaman-ı hazıra değil, istikbale müteveccihen hitap etmişti. Kur'an-ı Hakim'in i'cazı parlayacaktır. Bu va'd*ı İlahi'dir. İnşaAllah parlayacak ve üzerinde O'ndan süslenen bütün parıltılarla. Geçen ve şu içinde bulunduğumuz asırlarda Nur'lardan mahrum kalanlar hüsranla ve eseflerle hayıflanacaklar. İnsanlık bu eserlere şiddetle muhtaçtır. Nurların kalplerde işleyip hayata manalar katıp aydınlatacağı zamanlar uzak değildir.

  • Delibalta

    5.11.2021 02:03:42

    Eline sağlık Şemseddin Hocam. Çok güzel bir yazı olmuş, çok istifade ettik. Baki Selamlar, Delibalta - Berlin

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı