Kalibrasyon, kelime manası itibari ile “doğruluğu bilinen bir ölçüm standardı ve sistemini kullanarak, diğer test ve ölçüm aletlerinin doğruluğunu ölçülmeye” denir. Yani doğru olan bir ekipman ve sistem ile diğer ekipmanın doğruluğunun karşılaştırılmasıdır.
İnsan da yaratılmış en mükemmel makinadır, o yüzden zaman zaman ‘kalibre’ edilmesi gerekmektedir. Eğer kalibre edilmezse duygu, düşünce ve davranışlarında sapmalar ve hatalar yaşanacaktır. Bu hale giriftar olmamak için insanında bir kalibre zamanı ve zemini vardır.
İnsan hassastır, akıl ve kalp birlikteliğinin yanı sıra, binlerle letaif ve duygu karışımından mürekkep olarak, hayatına zarar gelmemesi için çalışır. Bu hassas dengeler için sağlam bir referans noktasına ihtiyacı vardır ki yaptığı kalibrasyon doğru olsun.
Çünkü insan kâinattaki her ölçünün toplandığı bir arştır ve bu arşı kontrol etmek için belirli hassasiyetlerde hareket etmelidir. Yaratıcısının onun için gönderdiği şeylerle kendini kalibre etmesi gerekmektedir. Etmezse, zamanla ona yüklenen duygu ve lâtifeleri bozulup, kokuşacak ve işleyişini yerine getiremeyen maddeden ibaret bir makine hükmüne girip değerini kaybedecek ve hayat zeminini mahvedecektir.
Böyle olmamasını tercih ediyorsa, ahirzamanda ona gönderilen Kur’ân-ı Hakîm ve Peygamberimiz’e (asm) uyarak ayrıca bozulmamış vicdanını devrede tutarak dengelerini muhafaza edecektir. Bu iş kişinin kendisine bırakılmayacak kadar önemlidir. Çünkü yaratılan herkes kendi kalibrasyonunu kendisi yapmaya çalıştığı anda farklılıklar ortaya çıkacak ve sonuçlar vahim olacaktır. Kişiler kendi doğruları için, referans aralıklarını belirlediklerinde nefisler devreye girecek iyi, kötü, doğru ve yanlışlar karışacaktır. Halbuki bu muhteşem insan makinasının bir parçası olmasına rağmen nefis bu kalibrasyonun en büyük engelleyicisidir. Ve nefis kalibre olmaktan hiç hoşlanmamaktadır.
Ama çözüm basittir. Bu muhteşem makinayı yaratıp sonrasında onu başıboş bırakmayan Yaratıcımız, ona gönderdiği kurallar, prensipler ve uyarıcılar çerçevesinde insanın bozulmamasını sağlamıştır. Bu da o çerçeveye uymaktan geçmektedir.
İnsan da Yaratıcı ile bağlantısını kopardığı, onu unuttuğu ve istinat ve istimdat noktası olarak ona tutunmadığı sürece bu kalibre hep bozulacak ve hayatında hissî, ruhî, kişilik sıkıntıları yaşayacaktır. Bu sıkıntı ve olumsuz durumları da hayatın kendisine ve başkalarına yükleyip çözümsüz bırakacaktır. Bu aşamada da çözüm kendisindedir.
Maddî ve manevî olarak herşeyin hakikat noktasında gözü olup görmeyen, aklı olup düşünmeyen, kalbi olup hissetmeyen, ruhu olup yaşadığından zevk almayan bir canlı olmak istemiyorsa mutlaka ve zamanında bu kalibre işini yapması gerekmektedir. Bununda yolu tahkikî bir imanla olmaktadır. Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. 1 Bu zamanda da imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkiki yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur’dadır. 2 Çünkü Risale-i Nur, Kur’ân-ı Kerîm’in hakaikinden telemmu’ etmiş şuâlardır. 3
Selâm ve duâ ile…
Dipnotlar:
1- 13. Söz 2. Makam.
2- Tarihçe-i Hayat, Kastamonu Hayatı.
3- Mektubat, 28. Mektub 4. sebeb.