Onlar, yaklaşık yüz sene önce, yüklerden kurtulduklarına ve uçsuz bucaksız bir hürriyete kavuştuklarını zannederek çok sevinmişlerdi.
O sevinçle, uçurumlardan ve beyabanlardan azade düz arazilerde ılıman bir iklimin tadını çıkararak ve yeni yeni aileler kurarak çoğalmışlardı. Kendilerini bu gurbete sürgün etmiş “zalimleri” de ve bu “zalim gücün” dününü de bilmiyorlardı.
Büyüklerinden ecdatlarının maceralarını; Hindikuş eteklerinden, Kandahar’dan ve Peşaver’den sahipleriyle birlikte nasıl esir alınıp, garip gemiler içinde aylar süren yolculuklarla bu büyük adaya getirildiklerini ve binlerce anne-babalarının adadaki İngiliz Demiryollarının yükleri altında son nefeslerini verdiklerini de öğrenememişlerdi, Güney Avustralyalı olmuş develerimiz. Birinci Cihan Harbi’nden bu güne… Yüz seneyi geçeli kaç yıl olmuş.
Garip develerimiz “Kuzeyli Uzun Adamın” torunlarını nereden tanıyacaklardı ki… Endülüs Kurtuba Medresesi’nin bu kaçkın, zalim ve hunhar talebesinin önce İskoçya’da ve daha sonra Amerika Kıt’ası’nda işlediği cinayetleri de okuyamamışlardı, tarihten. Bu adamların “Kızılderilileri uzun namlu tüfeklerle” av hayvanları gibi katletmelerini de bilemezlerdi.
Develerin en büyük şanssızlığı, kendilerini sahipleriyle tutsak olarak adaya kaçıranların, James Cook gibi gangsterlerin çocukları olmalarıydı. Sonradan dünyamızın yedinci kıt’ası olarak coğrafyaya yazdırılmış adayı keşfedince Uzun Adamın torunları, Avrupa’nın sisler altında kalmış kuzey adasındaki suçluları buraya sürgün etmeyi kararlaştırmış. On binlerce adamı gemilerle bu adaya getiren kaptan Cooks, bu azılı hırsız ve katillerin ellerine modern silâhları vererek adaya çıkardığında verdiği ilk emir, ‘yaşamak için öldüreceksiniz’ parolası olmuştu.
Yani İngiltere’den buraya getirilenlerin ilk vazifeleri, ellerindeki silâhlarla yerlileri öldürmek olacaktı. Büyük katliâmlardan Aborjinlerden çok azı, iç kesimlerdeki çöllere sığınarak kurtulabileceklerdi.
İşte develerimiz vahşi maceralarla dolu bu tarihi bilmeden sevinmişlerdi, Victoria’da… Onların buradan on binlerce kilometre uzaklardaki İslâm diyarlarında katıldıkları katliâmlardan… Bırakın dünü, bu gün bile; Kuzey Afrika’da, Suriye, Irak, Afganistan ve Umman Denizi’nde binlerce Avustralyalının, İngiliz rehberliğinde insan avı için seyahatte olduğunu da bilemezlerdi.
Avustralya güya bağımsız bir devlet idi. Birleşik Krallığın bu geleneksel yalanına develer de inanmıştı. ABD coğrafyasının yüzölçümüne yakın bir alanda, topu topuna yirmi milyon insan yaşarken, develerimizin yiyip içtiği, İngiliz’in gözüne çok gelmiş olacak ki; etinden, sütünden, yününden veya kuvvetinden artık yararlanmadıkları develeri yok etme planlarını kurmuşlar, kafalarında. Bu milletin dehşetli bir dünya anlayışı ve hayat felsefesi vardı: Kendilerine menfaati olmayan şeyleri ve azıcık da zararları dokunuyor görünüyorlarsa, hemen yok etmek…
Marks ve Popper’ın düşünceleriyle hayata bakıyorlardı, Büyük Britanyalılar. Tarih boyunca bunca insanı gözlerini kırpmadan katleden Uzun Adamın torunları develere mi acıyacaktı.
Afganistan’dan bu coğrafyaya tutsak getirilmiş develerimizin güzel günleri, artık tarihe karışacaktı. Sahiplerinin kaderlerini paylaşacaklardı. Fakat bu işi kendilerince demokratik usûllerle yapacaklardı. Önce “develerle savaşın” hikmetlerine dair dosyalar hazırlandı. Bilirkişi raporları heyetlerce tasdik edildikten sonra, mesele Canberra’daki meclise sunuldu: Bu develer vatanımızın sularını bitiriyorlar, kangurularımızın otlarını tüketiyorlar, okaliptüs ormanlarında villalarda yaşayan efendilerin çitlerine zarar vermişlerdi. Ve güya çevreye de saldırıp ahalinin keyfini kaçırmışlardı. Birkaç da fail-i meçhul hadise ilâve edilmişti, dosyalarına…
Liberal Scott Morrison, psikolojik ortamı önceden hazırlamıştı. Bir kaç hayvan severin kısık sesi dışında develerimizin ölüm fermanına itiraz eden maalesef çıkmadı. Ve infaz için de “hava kuvvetlerinden” helikopterler, keskin nişancılar ve onları karadan takip edecek güçler konuşlandırıldı, deve diyarlarına… Biliyorsunuz ki İngilizlerde deneyimli asker pilotların sayısı hayli fazla… Şam-ı Şerif’te, Irak’ta, Trablusgarp’ta ve Afganistan’da “insanlığın en nadide, tarihî ve kutsal” miraslarını endişesizce tahrip ederek büyük tecrübeler kazanmışlardı. Irak ve Şam ahalilerinin fabrikalarını yerle bir edenlere, Victorya düzünde binlerce entegreli süt fabrikasının hayatına son vermek zor mu gelecekti. Demokratik Canberra ‘daki meclisten tam on bin tanesinin idamı için karar çıkmıştı. Kalanlar için Avustralya Meclisi oturup yeni stratejiler geliştirecektiler. Biz günlerce, birilerinin bu vahşiliğe karşı çıkacağı ümidiyle bekledik ve maalesef acı haberi ajanslar verdikten sonra, Morrison hata yaptığını, krizi akıllıca yönetemediğini itiraf etti. Akıllıca yönetemediği yalnızca Avustralya yangınlarını söndürmek değildi, develerde de yanlış yöntem izlendiğini itiraf ediyordu. Fakat develere arka çıkacak Afganistan ve Hindistan’ın içinde bulundukları kaos, onları düşünmeye müsait değildi.
Madem garip develeri böyle hunharca öldürecektiniz, sahipleriyle anlaşmaya gitseydiniz ya, zalimler. Dünyada bu kadar insan açlıkla pençeleşirken, maliyetini korutmuyor, diye develer çöl ortasında böyle katledilir mi? Küçücük bir fon ile, on binlerce deve güzelce hazırlanıp fakir-fukaranın sofralarına gönderilebilinirdi. Ne çevre derdi, ne su derdi ve insanlar da Afrika’da aç kalmazlardı, değil mi? Batı’nın deve katliâmı karşısındaki duyarsızlığı, artık diğer hayvanlarla savaşın da kapısını aralamıştır. Fakat her şeye rağmen, Morrison’a hükümetimiz akıllıca bir teklif sunabilir. Anadolu’daki köylünün mahsulüne zarar veren domuza karşı deve mübadelesi anlaşması, iki taraf için de faydalı olur. Onlarca çok lezzetli kabul edilen “yabani domuza” karşı, yine sahralarda-vahalarda fıtrî beslenen deve eti. Güzel bir ticaret…
Avustralya’yı demokrasi ile idare ettiğini ve halkının iradesine saygılı olduğunu iddia eden Morisson’a, bunca tarihî vebal, günah ve aktüel sorumluluklardan kurtulabilmesi için bir teklifimiz olacak. Önce, bir çok Avrupa devletinin yaptığı gibi, dönüp tarihten ve mazlum halklardan özür dilemek. Sonra da, Avustralya’nın iradesine entrikalarla musallat olmuş Londra’dan bağımsız olduğunu bütün dünyaya ilân etmek. Belki de bir UKEXİT sürecini başlatmak, Adalıları tarihin günah ve sorumluluğundan azıcık uzaklaştıracaktır. Zira tarihin cinayet terakümü, İngiliz bayrağı altındaki gizlenen aktüel katliâmlar ve nihayet zulmün hayvanlara ve ormanlara teşmili ile Avustralya hükümeti, kaderden tokat üzerine tokat yemeğe başladı. Şu yangınlardan sonra bir de su baskınları- Allah korusun- başlarsa, develer için yapılan cimriliğin karşılığını on misliyle ödeyecekler. Ada ateşinin; hem tarihten, hem İngiltere’nin mevcut politikasından ve hem de mevsimin müsaadesi ve cazibesiyle burada işlenen büyük günahlardan kıvılcım aldığını Scott Morrison’a haber vermek icab ediyor.
Aksi halde, liberalizmi yanlış uygulayanların iktidarı da Okaliptüs ağaçlarıyla birlikte yanacak gibi görünüyor. Morrison ve seleflerinin zulmü, artık arşı âlâdan görünüyor ve tutundukları dallarda mazlum develerin ateşiyle küle dönen on binlerce koalalardan yükselen dumanların, dünyamıza karalar bağlattığını NASA haber veriyor.
Develere ağlamamak mümkün mü? Bunca infazın karşılıksız kalacağını mı hayâl ettiler? Asla!