Ahirzaman dikdörtgeninde Berlin’e gereken ihtimamı gösteremezsek, burada cereyan eden hadiseleri zor anlayabiliriz. Bize göre bütün olaylar bu dikdörtgenin veya karenin içinde cereyan ediyor: Siyaset, ekonomi, ticaret, göçler, savaşlar ve bütün gelişmeler… Ahir zamanın haritasından hebersizlere, bu iddia gülünç de gelebilir. Gel gör ki zamanımızın tezgâhında şimdiye kadar dokunmuş hadiseler, Kur’ân ve Sünnetin haberlerini doğruluyorlar.
Berlin’in, bilhassa Büyük İhtilâlden sonraki Avrupa Tarihinin bütün çekirdeklerini bağrında sakladığını da söylemek zorundayız. Birinci Avrupa Kutsal Germen Birliği’nin merkezi Achen’den başlamış iken; İkinci Mesihî Avrupa Birliği’nin gizli merkezinin Berlin olduğunu iddia edenlere şaşmamak lâzım. Burada Berlin’in kaderiyle kaderleri bir yerde çakışmış Aşkenaz Yahudilerinin tarihçeleri de bize lâzım olacak. İspanya ve Akdeniz’in Sefarad Yahudilerinden kısmen düşünce ve hayat tarzları itibarıyla ayrılan Aşkenazların; Avrupa ve hatta Amerika iktisadı, maliyesi, siyaseti, bilim dünyası, felsefesi ve bankacılığı çerçevesindeki rollerinin önemi elbette tartışılamaz. Müslümanların Endülüs’ten kopuşlarından sonra küçük kıt’adaki ticaret, malikiyet ve seyahat serbestiyetlerini kaybeden Yahudilerin Avrupa’da uğradıkları zulümlerin de düzenli bir tarihçesi yazılacaktır. Bu konuda bizi ilgilendiren iki önemli nokta var.
Birisi, ahir zamanda dünyanın ekseriyetini tesiri altına alacak global dinsizlik cereyanında Aşkenazların oynadıkları rol, diğeri de Hıristiyanlardan intikamlarını almak üzere ihtilâlden sonra Kuzey Avrupa’ya toplanan Aşkenazların trajik hikâyesi… Bu her iki noktada da, kader Berlin gergefi etrafında olayları dokuya geliyor.
Aşkenaz kelimesinin aynı zamanda “Kuzey Avrupalı“ veya “Alaman“ manalarına geldiğini de bu vesileyle öğrenmiş bulunuyoruz. Eski Ahit’te bu kelimeyi ta Urartulara bağlasalar da, netice değişmiyor. İndo-German dağılımında bir kolun Kuzey Avrupa’ya göçler arasında yerleştiğini de var sayabiliriz. Sefaratların Latino dillerine Aşkenazların Almanca’dan kopmuş “yiddiş“i konuşmaları, bu coğrafya Yahudilerini ırk ve kültür olarak ayırıyor, kanaatindeyiz. Bir rivayete göre Kutsal Roma-Germen İmparatoru Şarlman bu ticaretçi millete, Kuzey medeniyetine yardımcı olsunlar diye “Alpler“in üzerinde yerleşmelerine ve zengin olmalarına yardımcı oluyor. Müslümanların bu topluluğa İber’de gösterdikleri insanî toleransı göstermek istiyor. Fransa’nın Kuzeyinden ta Polonya’nın Rusya’ya uzanan düzlüklerine kadar geniş bir coğrafyada yüzlerce defa vahşi Avrupalılarca tehcir, tenkil ve katle maruz kalan Aşkenazların “Kuzeyli“ bilinmeleri ve bu coğrafyadan çıkan global dinsizlik cereyanına Said Nursî’nin “Şimal Cereyanı“ demesi, ilgimizi çeken bir başka nokta oldu.
Aşkenazların Kuzey Avrupa’da veya Berlin civarında toplanmalarını yalnızca geleneksel para ve iktidar iç güdüsüne bağlayabilir miyiz? Haklarında bir çok spekülasyonlar yapılmış ve komplo teorileri yazılmış bu millete haksızlık yapmamak için, doğru tarihin doğru analizcilerinin çalışmalarına duyulan ihtiyaç ortadadır. Tarihleri müstevlileri tarafından yazılmış Alman ve Türk Milletlerinin, şu hürriyet asrında yakın bir zamanda “öz tarih ve tarihçilerine” ulaşacağına inanarak diyoruz ki, Berlin ve çevresinde cereyan eden hadiselerin hakikatini öğrenmek insaniyet hakkımızdır. Prens Bismark’ın “sosyal adalete“ giden Avrupası’ndaki Berlin’in hakikî misyonunu, Dünya Savaşları’ndaki hakikatli rolünü, Hıristiyanlığın kalesinde Mesihîlerin acı mağlûbiyetlerinde bu halkın durumunu, İkinci Mesihî Avrupa’nın toparlanışındaki fonksiyonunu ve deccaliyetin otuz-kırk sene önce sahneye koymaya çalıştığı “Doğu-Batı Kültür savaşları“ karşısındaki duruşunu; ancak Berlin’i çevreleyen meçhuliyet sislerinin dağılmasından sonra öğrenebileceğiz.
Konumuz elbette Aşkenazlar değil. Onların felsefi dehaları, global korkunç teşkilâtlanmaları ve bankaları, kıtalar arası ilişkileri, Yeni Dünya’da (Amerika’da) gizlice kurdukları imparatorlukları ve devletleri perişan eden ihtilâllere karışmaları; başlı başına doğruca yapılacak araştırmaların neticesinde ortaya çıkacaktır. Bazı araştırmacılar, Berlin Aşkenazlarının hepsini, sosyalist ve bolşevik olarak göstermeye çalışıyorlar ki, bu büyük bir haksızlıktır. Alman Devletine sadâkatle hizmet etmiş ve siyasî yapılanmalara bulaşmamış ve Avrupa Birliği’nin inşaasında canla-başla çalışmışların sayıları da burada az sayılmaz. İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki o tehlikeli zamanlarda İstanbul’a misafir olmuş binlerce Aşkenaz ilim adamı, doktor ve teknokratın hizmetlerini Türkiye Devleti yeri geldikçe zikr eder.
Fakat şu gerçeği de itiraf etmeliyiz. Hem Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki tesirli insanların ve hem de daha sonraki savaş ve barışlarda etkin rol alanların çoğunun “Aşkenaz” olmaları, Peygamberimizin (asm) ahir zaman ile alâkalı haberlerine kuvvet verip tasdik ediyor. Bu önemli şahısların hayat hikâyelerinin yazıldığı ansiklopedilere baktığınızda, çoğunun Avrupa’nın kuzeyine toplanmışlardan çıktığını göreceksiniz. İlginçtir ki, Bediüzzaman’ın “Şimal Cereyanı“ olarak nitelediği “Semavî dinlere düşman hareketin“ önemli şahsiyetlerinin de de bu orjinden çıktığını, pek çok araştırmacı göz ardı ediyorlar.
Berlin’in her İki Cihan Harbi’nde de neredeyse merkezi rol oynaması, onu ahir zaman hadiseleri noktasında fevkalâde farklı bir noktaya taşıyor. Aktüel tarihçilerin yalnızca “bir yalan veya menkibe“ olarak değerlendirdikleri bir “hançer efsanesi“ hikâyesi var ki, burada da maalesef Aşkenazlar suçlanıyorlar. General P. Hindenburg’un Batı cephesinde “savunma hattı“ olarak belirlediği Belçika‘daki direnişin kırılışını, vatan savunmasını akamete uğratan “sosyalist ve komünist“ partilere bağlayanlar, burada da Yahudileri suçlamaktadırlar. Zira bu partilerin Aşkenaz çevrelerce idare ve finanse edildiğini biliyoruz. Londra ile amansız bir savaşa tutuşmuş Berlin’i içerden hançerleyen sosyalist ve bolşeviklere düşmanlığı son nefesine kadar devam eden büyük savaş dahisi mareşal Hindenburg, mağlûbiyeti savaş halindeki Berlin’de, sosyalist partilerin vatana ihanet ederek savaş içinde Weimer Cumhuriyetini ilân etmelerine bağlayacaktı. Ve arkasında, Berlin sokaklarında “bolşevik bir cumhuriyet“ için koşuşturan Karl Liebknecht’lerin ihtilâl maceraları… Berlin üzerinden Avrupa’ya ve belki de dünyaya hâkim olmak isteyen sosyalistlerin, yine Londra ile ittifak içinde bu tiyatroyu oynadıklarını söyleyenler de var.
Yazımızın başlığından hareketle bizi antisemitistiklikle suçlayanlara şu hakikati hatırlatmak istiyoruz. Hiçbir Nur Talebesi “Yahudi düşmanı“ değildir. Risale-i Nur’da; ırklarından, dinlerinden, kültürlerinden veya siyasetlerinden dolayı hiçbir Yahudi tenkit edilmez. Onlar icraatlarıyla, düşünceleriyle, sebep oldukları hadiselerle ve hırslarından dolayı karıştıkları ihtilâllerle mevzubahis edilirler ki, bu da insaniyetin bir gereği sayılır. Bu hakikati Berlin için seslendirdiğimiz gibi; İstanbul, Bağdat, Kurtuba ve diğer büyük merkezler için de dillendirebiliriz.