Dünya hadiselerini dikkatlice takip edenler; hem Hong Kong’da, hem Keşmir’de ve hem de Seul’da yeni fitnelerin ateşlendiğini görecekler. Klâsik düşünenler, işin kolaycılık boyutuna kaçarak, meseleyi İngiltere veya Amerika’ya havale edecekler. Devletlerin ve milletlerin “global sınıfların” tahakkümüne girdiği bir zamanda, bunlar doğru cevaplar değil.
Çoktandır Batı medyası bir iddiayı seslendiriyordu: Dünyanın dengesi Avrupa’dan veya Batı’dan Asya’ya geçiyor… Batı toplumu bu iddiayı yalnızca “ekonomik imkân boyutuyla” anlıyordu. 11 Eylül’den sonra ayrışmaya başlayan Batı ve Asya toplumları, hadisenin yalnızca ekonomi boyutuyla değil, siyaset ve egemenlik cihetiyle de Asya’ya kaydığını göstermeye başladı. G7 Zirvesine ev sahipliği yapan Macron, toplantı sonrasında kendi büyükelçilerine seslendiği konferansta, bu realiteyi itiraf etmişti. En azından; Neocon ve Neoliberal ittifakın arkasında yürüyen devletlerin eski emperyal güçlerini kaybettikleri anlaşılıyor. İngiltere’nin, Arabistan Yarımadası’ndaki sıkıntıları, Fransa’nın Sahel ülkelerindeki problemleri ve Trump ile başlayan Amerika’nın “eve dönüş” hikâyeleri bu çerçevede dikkatlice değerlendirilirse, dengelerin ne denli değiştiği daha açıkça görülecektir.
Bu arada, İslâmiyet ile ciddî dostluk sürecine girmiş Rusya faktörünü de hatırlayalım. Libya’nın harap olmasına göz yuman Rusya, namlular Şam-ı Şerif’e dönünce klâsik dengeleri alt-üst edecek bir ittifak’a girişti: Rusya, İran ve Türkiye… Rusya Batı’nın düşmanı değildi, perestroykadan sonra… Schirak, Schröder ve Putin’in üçlü ittifak resimleri arşivde bekliyorlar. Türkiye ise zaten Batılı ittifakın içindeydi… Geriye kaldı İran… AB ülkeleri için bu ülkenin vazgeçilmezliğini herkes biliyordu. Anlaşılan dünya siyasetinin kartları yeniden karılmış ve beklenmedik ittifaklarla karşı karşıya gelmişti, dünya devletleri… Eskiye takılan kaybediyor ve klâsik düşünce ile siyaseti analiz edenler yanlış hükümlere varıyorlardı. Huntington’u tekzip etse de, yeni bir dünya düzeni oluşmuştu… Önemli olan bu denklemin görünmeyenlerini tesbit etmek ve akıntının hangi istikamete zorlandığını öğrenmek değil miydi?
Durup-dururken Hindistan’ın Keşmir’in kısmî hürriyetine müdahalesi, düne kadar İngiltere kolonisi olarak yaşayan Hong Kong’un sokağa dökülmesi ve yine Güney Kore’nin ticarette Japonya’ya ihaneti, dünya kamuoyunun bakışlarını İdlib’den bu coğrafyaya çevirmiş görünüyor. Tesadüfî olması mümkün mü? Hayır… Neocon-Neoliberal ittifakının Trump idaresince köşeye sıkıştırıldığı, İngiltere’nin Brexit çukuruna düştüğü, AB’deki milliyetçi sosyalistlerin nefeslerinin tükendiği ve ABD‘nin seçilmiş idaresinin mevcut şartları hazmetmeye başladığı bir zamanda Neocon-Neoliberal ittifakı; söz konusu Batılı ülkelerin emperyalist geleneklerini kaşıyor ve onları kaybettikleri hegemonyaları için yeni coğrafyalara dâvet ediyor.
Olayları lokal bazda inceleme imkânımız ne yazık ki, yok… Yani meselâ Neoliberallerin Keşmir’de Hindistan’ı tahrik için oynadıkları, İngiliz Neoliberallerin Hong Kong’daki tezgâhladıkları ve Japonya ile Kore’nin arasını açan kara kedinin nereden atladığını bilemiyoruz. Bir taraftan Komünist Çin idaresine sermayeleriyle destek vermek ve diktatörlüğü şiddetlendirmek, diğer yandan Sincan ve Hong Kong’u harekete geçirmek. Daha önce belirtmiştik. Sovyetler’in dağılmasından sonra sermayeleriyle Komünist Çin’e yardım ederek demokrasinin bu ülkeye girişini engelleyen Neoliberaller, aldattığı dünya kamuoyuna, gördüğünüz üzere Çin’i şikâyet ediyor. Çin’deki mevcut büyük şirketlerinin yüzde altmış beşi, kendilerine ait oldukları halde, dolar-yuan savaşını Çin’in aleyhine tertip ediyorlar. Her halûkârda kazançlı çıkan Neoliberal tüccarların mahiyetini Amerikalı ve Avrupalı idareciler anlamaya başladıkları gibi, Asya ülkeleri de inşallah anlayacaklar.
Neoliberal ve Neoconlara rağmen, kalıcı bir barış için dünyanın kalbi Ortadoğu’da atıyor. Düğümler burada çözülecek ve demokrasiye muhtaç halkların yolu Keşmir, Sincan, Myanmar ve Hong Kong’dan önce Şam-ı Şerife uğrayacak.
Bu çatışmanın en bilinmeyen yönü de, milyarlarca nüfusun “ecir devrinden” malikiyet devrine geçişini önleme savaşı olmalı… Ekonomide dünya birincisi Çin’in sermaye kimliğine baktığımızda, milyarlarca “düşük ücretli” için ancak ağlayabiliyoruz. Ya Hindistan, Pakistan ve Bangladeş gibi insaniyetimizi rencide eden ve yüreğimizi burkan ülkelerdeki milyarlarca ücretli… Bunlar hürriyet, demokrasi ve malikiyete geçerlerse Neoliberallerin kıyameti kopmaz mı? Belki de şu meselelerde dünya kamuoyuna anlatmamız gereken noktalar şunlardır: ABD, Fransa ve İngiltere gibi “dünün dehşetli emperyalistlerinin” tiryakiliklerini tahrik, uyanmış Asya’yı halâ uyuyor göstererek Batı’yı yeni bir tuzağa çeken Neocon-Neoliberal ittifakının buradaki tezgâh açmasının önemli bir sebebini de dünyaya anlatmalıyız. Yugoslavya, Irak, Suriye Sahel ülkeleri, Yemen, Mısır ve Libya’da işledikleri cinayeti efkâr-ı ammeye unutturmak ve zaman kazanmak için de buradaki tiyatroyu sahneliyorlar. Kanlı elleriyle tezgâhladıkları Boko Haram, El-Kaide, IŞİD, Eş-Şebab, PKK ve diğer cinayet örgütlerindeki varlıklarını hafızalardan sildirmek üzere bakışları “Hint Yarımadası ve Uzakdoğu’ya” döndürmeye çalışıyorlar ki, bu da mümkün görülmüyor… İnsanlar unutsalar da, cinayetlerin arşivi her gün yeni bir feryadı duyuruyor, dünya kamuoyuna… Trump’ın evine dönmesi, İngiltere’nin zillet içindeki çırpınışı ve Macron’un itirafları; hem hürriyet ve malikiyet devrinin başladığını ve hem de emperyalizmin hizmetindeki Neocon-Neoliberal ittifaka devletlerin inanmadığını gösteriyor, kanaatindeyiz. Bildiğiniz gibi Samuel Hunhington öldü ve Fukiyama da hidayete erdiğini ilân etti, fikri dalâletlerinden…