Bediüzzaman Said Nursî, 1950’lerin ortalarında dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e yazdığı bir mektubunda demokrasiyi veya demokratlığı Peygamberimizin (asm) o meşhur hadisiyle tarif ediyor.
“Kavmin Efendisi, onlara hizmet edendir.” Siyaseti ve dolayısıyla idareyi hizmetkârlık olarak niteleyen anlayışı, demokrat olarak görüyor, Said Nursî... Millet efendi, millet amir ve millet işveren... Şeffaf olmak mecburiyetindeki demokrat idareci de; hizmetinde bulunduğu milletin uygun gördüğü maaş ve rütbe ile yetinmek durumundadır.
Siyasetin bu denli kirlenişi 12 Eylül ihtilâlinden sonraki dönemlerdir. Turgut Özal ile bu kokuşacak dünyanın kapıları sonuna kadar açılacaktı, bizde. Memurunun bile ‘işini bildiği’ bir ülkede siyasetçiler, idareci ve bürokratlar neyi bilmezlerdi ki? Bu programın Özal ve ekibinin de eline tutuşturulduğunu düşünüyorum. Zira bu hastalığın global düzeyde, demokrasiye yönelen bütün halklara belli merkezlerden bulaştırıldığına dair önemli emareler var. Hürriyet ve demokratikleşmeyi önleyemeyen müstebit global cereyanlar, demokrasiyi ve siyasetçiyi ahlâksızlık hastalığıyla itibarsızlaştırarak mücadelelerini veriyorlardı.
Dünya idaresini insanlığı tahrip ile ele geçirmek... Bütün mesele ANAP’a vekil veya reislik için ilk müracaat eden aday adaylarının parti kasasına doldurdukları paralar da bu süreçte önemli bir etaptı. Halbuki ondan önceki dönemlerde; kafası çalışan ve memlekete faydası dokunacak züğürt teknokrat veya ilim adamlarını kontenjanlardan seçtirebilmek için genel başkanlar büyük çile çekiyorlardı. Doğru–yanlış ayrı mesele... Sonra ANAP’ın açtığı bu bataklık yol oldu, gördüğünüz üzere AKP ile zirveye ulaştı.
Son mahallî seçimlerde fıkralara konu olmuştu... Muhtar olabilmek için biricik evini satan nice insanlar, muhtarlığa hizmetkârlıktan ziyade geçim kapısı olarak görmüş olmalıydılar.
12 EYLÜL’ÜN AÇTIĞI KAPILAR MUTLAKA KAPATILMALI
Neoliberal ve necon ittifakının Türk Milletinin böğrüne sapladıkları bu zehirli hançerin açtığı kapıları Özal kapatmadı. Süleyman Bey’e ise imkân verilmedi... Ve gördüğünüz üzere AKP tam 17 senedir bu kirli havuzdan besleniyor. İmkânı olduğu halde düzeltmeye asla yönelmedi. Belki de demokrasiyi ve yapısını öğrenemeden kendisini iktidarda bulmuştu.
Sudan’da El Beşir kısmî bir ihtilâl ile gelmişti ve yine ihtilâl ile gitti. Fakat dünya eski dünya değil. Global çetelerin İsrail, Amerikan ve İngiliz üniformalarıyla ülkeyi yağmalamalarına Birleşmiş Milletler, Amerika, Avrupa Birliği ve diğer dünya devleriyle hayır diyorlar: Beşir demokrasiye çalışmadı ve bedelini de ödedi... Yani dünya siyasetinde, bundan ötesininin hürriyetler ve demokrasi olduğuna inanmak zorundayız. Bizim işimiz elbette çok zor değil. Zira önümüzde onlarca güzel demokrasi örnekleri duruyor.
Kaldı ki demokrasi tarihimiz de yeni değil... Dile kolay, 145 senelik bir tecrübe ve yürüyüş. Kemalistlerin İstanbul Belediye Başkanı’nın demokrasiyi birinci meşrûtiyete bağlamasına çok üzüleceklerini düşünüyorum. Ama yapılacak bir şey yok... Demokatratları entrikalarla devredışı bırakan partinin şehremini bunu söylüyor.
12 Eylül’e Kemalistler sahip çıkmışlardı. Ve daha sonra da su-i istimal kapılarını cuntacılarla birlikte açmışlardı. Özal ile el ele verip demokrasiye ve Demokratlara ölüm fermanını birlikte uyguladılar. Şu menfaat tezgâhlarında çalıştırdıkları Genç Parti tuzağını hatırlıyorsunuzdur. Bütün hesap ve kitap Demokratların idamı ve demokrasinin kökleriyle beraber kurutulması üzerine yapılmıştı. Fakat dünyanın şartları artık buna müsaade etmiyor. AKP’nin “doğru demokrasiden” başka seçeneği kesinlikle yok. Ne yapıp yapıp; dünde yıktıklarını yeniden inşaya başlayacak ve bir türlü yanaşmadığı hakikî vazifesine bilmecbûriye dönecek.
DEVLET KAPISI EKMEK KAPISI DEĞİLDİR...
İleri Batı Demokrasisinin ulaştığı nokta ilginçtir. En küçük bir su-i istimal veya hesap verememezlik, siyasetçinin bütün kazanımlarını anında bitiriyor. Velev ki bu siyasetçiler arkalarını, dinsiz global necon ve neoliberallere dayanmış olsalar dahi. Blair ve Berlusconi’ye Avrupa seçmeni yolları tamamen kapatmıştı. Aktüel siyasetin en zeki ve şartları itibariyle en güçlü siyasetçilerinden Sarkozy’nin kuyruğuna, Fransız seçmeni teneke bağladı. Fillon’un dahi kendisince masum uygulamalarıyla başkanlık yolunu kendisine kapattırmıştı. Mevcut Avrupa Siyaseti; vekil veya vazifeli siyasetçiyle menfaat arasına yüksek duvarlar örmüş. Para kazanmak isteyenler, siyaseti terk ediyorlar. Gerhardt Schröder gibi... Avrupa bu seviyeye kolay gelmedi... Bizim inançlarımız, tarihî değerlerimiz ve geleneğimiz bize bu yolda daha hızlı mesafe aldıracak diye ümit ediyorum. Yasama ehli, su-i istimal kapılarını hukuken tam kapata bilse ve hizmet kapısını ekmek kapısı olarak görenlere milletimiz müeyyide uygulasa, bu ahlâkî problem çabucak çözülür.
Demokrasinin gücü buna yeter. Farklı isimler ve kalemler adı altında resmileşen rüşveti, şeffaflık bitirir. Vatanını, milletini ve dînini düşünen siyasetçimizin işi çok da zor değil, demek istiyoruz.