“Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır.” (Emirdağ Lâhikası – 2)
Bu veciz ifade, Nur hizmetinin ruhunu özetleyen temel ölçülerden biridir. Ancak bağlamından koparıldığında hatalı anlaşılma riski taşır. Bugün bazı çevrelerde bu söz, “Biz elimizden gelen kadar yapalım, gerisiyle ilgilenmeyelim” şeklinde, hizmeti daraltan bir anlayışa indirgenebiliyor. Oysa Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin kastı bundan çok daha derin ve kuşatıcıdır.
Şunu netleştirmek gerekir: Üstad “vazife-i İlâhiyeye karışmamak” derken tembelliği, geri durmayı kastetmez. Aksine, insanın kendi sorumluluk alanını sonuna kadar yerine getirmesini, neticeyi ise Allah’tan bilmesini ifade eder. Yani mesele “az hizmet” değil, ihlâslı ve tam hizmettir.
Üstad Hazretleri bu sözü söylediği dönemde, Nur hizmeti küçük bir çevreyle sınırlı değildi. Anadolu’nun dört bir yanında, hatta dünya çapında yüz binlerce Nur talebesi iman hizmetiyle meşguldü. Risaleler elle yazılıyor, çoğaltılıyor, köy köy, şehir şehir ulaştırılıyordu. Bütün bu geniş ve aktif hizmet ağı, Üstad’ın fiilî duruşunun en açık delilidir. Eğer “gerektiği kadar yapalım, fazlasına lüzum yok” anlayışı doğru olsaydı, bu çapta bir fedakârlık ve yaygınlık zaten mümkün olmazdı.
Burada asıl tehlike şudur: “Vazife-i İlâhiyeye karışmamak” ifadesi, bazen gayretsizliğe mâzeret hâline getirilebiliyor. Hâlbuki Üstad’ın hayatı baştan sona yüksek bir mesuliyet şuuru ile örülüdür. Sürgünlerde, hapislerde, baskılar altında dahi hizmetten geri durmamış; şartlar ne olursa olsun, imana hizmeti birinci vazife bilmiştir. Demek ki mesele, şartları bahane etmek değil; şartlar içinde en etkili hizmet yolunu aramaktır. Elbette ki neticeyi tayin etmek, hidayeti vermek, kalpleri çevirmek Allah’a aittir. Bizim vazifemiz sonuç üretmek değil; doğru usulle, doğru niyetle ve azimle çalışmaktır. Ancak bu, plan yapmamayı, istişare etmemeyi, imkânları genişletmemeyi gerektirmez. Tam aksine, imkânlar arttıkça mesuliyet de artar.
Velhasıl, bu mübarek söz hizmeti küçültmek için değil; ihlâsı korumak için söylenmiştir. Hizmeti azaltan değil, niyeti arındıran bir ölçüdür. Üstad’ın çizdiği yol; çok çalışıp az konuşan, neticeyi Allah’tan bilen, ama sorumluluktan da kaçmayan bir hizmet anlayışıdır. Bu denge doğru kurulduğunda, hem rıza-yı İlâhî korunur hem de iman hizmeti hak ettiği genişliğe ulaşır.