Selâmı Yayınız
Allah’ın esmasından olan selâm hayat alanımıza ne şekilde ve nasıl girerse girsin, esenlik, huzur, sevinç, güven ve pozitif enerji paylaşımına inşallah vesiledir. Hüzünse hüzün paylaşımına, sevinçse sevinç paylaşımına vesiledir. Hüznü azaltmaya, sevinci arttırmaya vesiledir. Duâya, duâlaşmaya vesiledir.
İster veren taraf olalım, ister alan taraf, ister taşıyan taraf, ister işiten taraf! Selâmın yüksek sevabından istifade ederiz.
Peygamber Efendimiz’e (asm) “selâmı yayınız!” emrine de ittiba etmiş oluruz. Kur’ân selâmı bir hayat prensibi haline getiriyor ve ısrarla teşvik ediyor.1
Allah, Selâm’ın Kendisidir
Demek selâmı vermek de, verileni almak da Allah’ın emridir. Öyleyse, selâm vermeyen veya verilen selâmı almayan, şüphesiz mesul duruma düşer.
Hangi gerekçeye sığınmış olursa olsun! Haklı bile olsa, bu konuda haksız duruma düşer!
Nitekim Allah, kullarını amellerine ve kusurlarına bakmadan tehlikelerden salim kılar, esenlik, huzur ve selâmet verir.
Ve nitekim Allah, Selâm’ın ta kendisidir. Bu güzel isimle anlıyoruz ki, Allah’ın Kendi Zât-ı Akdes’i her türlü eksikliklerden ve noksanlıklardan salim ve münezzehtir. Kur’ân buyuruyor ki: “O Allah ki, Kendisinden başka İlâh yoktur. Melik’tir, Kuddûs’tür, Selâm’dır.”2
Eğer içimizde bir yaşama neş’esi varsa, eğer hayattan huzur bulabiliyorsak, eğer yeri geldiğinde –Allah vermesin- dağ gibi acılara sabredebiliyorsak, eğer yüzümüzden gülücükler eksik olmuyorsa bütün bunlar Allah’ın “Selâm” isminin üzerimizdeki elinden, hâkimiyetinden ve tasarrufundan başka bir şey değildir.
Öyleyse bize düşen, İsm-i Selâm’dan bize uzanmış bu yüce ve müşfik elden tutmaktır!
O’nun uzattığı elden kaçmamaktır!
Ve esasen Kur’ân, böyle bir müşfik elden uzanmış bir selâm hükmündedir. Bediüzzaman Hazretleri hatırlatıyor ki, fırtınalı dünya yüzünün tahrîbâtından ve yıkımından hiçbir şeyini kurtaramayan ve her bir şeyini kaybedip elinden çıkaran insan, bâkî bir esenlik, selâmet ve huzur aramakta; aradığı huzuru da Kur’ân’da bulmaktadır.
Çünkü Kur’ân, malını ve nefsini Allah için harcayan her insanın “dârü’s-Selâm” olan ebedî Cennete kavuşacağını müjdelemektedir.3 Baki yolunda sarf edilen geçici ömürler, baki bir ömre dönüşürler.4
Cennet Dârü’s-Selâmdır
Hazret-i Âdem (as) yaratılıp Cennete konulduğunda Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: “Meleklerden şu topluluğa selâm ver. Selâmını nasıl alacaklarını iyi dinle. Çünkü onların selâmı alış biçimleri senin ve neslinin selâmlaşma biçiminiz olacaktır.”
Hazret-i Âdem (as) melekler topluluğuna yaklaştı ve:
“Esselâmü Aleyküm” dedi.
Melekler: “Esselâmü Aleyke ve Rahmetullah” dediler.5
Biz selâmlaşma lâfzı olarak “esselâmü aleyküm” deriz. Bu ‘Allah’ın selâmı ve esenliği sizin üzerinize olsun’ demektir. Bize selâm verildiğinde ise “Ve aleyküm selâm’ deriz. Bu da ‘selâm sizin de üzerinize olsun’ demektir. Bu şekilde selâm vermek sünnet, almak ise farzdır.
Selâm hem dünyamızı, hem ahiretimizi Cennete çeviriyor.
Cennet’in bir adı da dârü’s-Selâm’dır.
Dolayısıyla bir Müslüman’dan, Allah’ın selamını almayı engelleyici haklı bir gerekçe yoktur.
Dipnotlar:
1- Nûr Sûresi, 24/27; Nisâ Sûresi, 4/86
2- Haşr Sûresi, 59/23.
3- Tevbe Sûresi, 9/111; Yâsin Sûresi, 36/58
4- Sözler, s. 31, 32
5- Rıyâzu’s-Sâlihîn, 843