Susmak ve bir şeyler söylemek… Bu iki eylem haddi zatında müsbet veya menfî olarak tavsif edilemez. Zira susmanın da, bir şeyler söylemenin de üslûbu, vakti ve içeriği onun menfî yahut müsbet olup olmadığının delilidir. Dolayısıyla bir şeyler söylendiği zaman da, bir şeylere karşı suskun kalındığı zaman da bu fiilin muhtevasına ve arka planına bakmakta fayda vardır.
Doğru bir insan haksızlık karşısında susmaz. Hakkı ise korkusuzca haykırabilir. Her doğrunun da her yerde söylenemeyeceğini çok iyi bilir.
Doğru insanın vasıfları bunlar iken, doğru gazetecinin vasıfları da bundan farklı değildir. Elbette gazeteci de bir insandır ve insaniyetin gerektirdiği doğruluk vasfının bir gazetecide de tam anlamıyla yerleşik bulunması gerekir. Aksi halde güvenilmez bir gazeteci profili çıkar ortaya. Ancak gerçek şu ki, her gazetecinin de farklı bir üslûbu ve bakış açısı vardır. Hadiseler ve kişiler karşısındaki tutumu da buna göre farklılık gösterebilir. Doğruluktan ayrılmadığı sürece bu farklı bakış açıları hakkında kimsenin bir tahdit koymaya haddi olamaz.
Gazeteciliği bir tarafsız meslek olarak görmek bu mesleği icra edenlere karşı yapılmış bir haksızlık olsa gerektir. Gazeteci fikirsiz ve şahsiyetsiz değildir ki, bir tarafı ve aidiyeti olmasın. Dolayısıyla elbette her insan gibi, gazetecinin bir duruşu ve taraftarı olduğu bir fikir olacaktır.
Ancak gazeteci bu tarafını ve aidiyetini hadiseler ve şahıslar karşısındaki bakışındaki objektifliğe zarar verecek ölçüde mesleğini icra edişine yansıtmamalıdır. Daha doğrusu bu tarafının ve taraftarlığının, kendisini mesleğini icra ederken, bir şeyleri gizleme, çarpıtma veya manipüle etmeye sevk etmemesi gerekir. Ancak bunun dışında elbette bu taraftarlığı yukarıda da ifade ettiğimiz haliyle gazeteciliğine bir bakış açısı farkı olarak yansıyacaktır. Bu gayet tabiî ve insanîdir.
Yeter ki işin içine yalan, çarpıtma ve manipülasyon girmesin…
Gelgelelim doğru bir gazetecinin, siyaset söz konusu olduğu zamanda, iktidarlar karşısındaki tutum ve duruşu ise daha hayatî bir meseledir. İktidarlar karşısında bir gazetecinin farklı duruşlar sergilemesi mümkündür. İktidara karşı ya nötrdür, ya fikren taraftardır, yahut fikren karşısındadır. Bu üç duruştan herhangi birini müsbet yahut menfî olarak nitelemek yine mümkün değildir. Ancak gazetecinin mesleğini icra ederken bu fikrî duruşunun kendisini meslekî etik sınırlar dışına çıkarıp çıkarmadığına bakılabilir.
Bunun dışında, sırf iktidara fikren karşı olduğu için haber ve olayları çarpıtma ve uydurma, yahut sırf fikren taraftar olduğu için haber ve olayları gizleme, yahut uydurma gibi fiillere girmesi durumunda zaten meslekî etik bakımından ahlâksızca bir iş yapmış olacaktır.
İktidarlar güç odaklarıdır. Bu güçlerini de her alanda etkin bir biçimde kullanırlar. Kamuoyunu manipüle etmek de iktidarların değişmez hedefidir. Bunun içinde en etkin yöntem ve araç medyadır. Dolayısıyla iktidar karşısında gazetecinin duruşu daha kritik bir hâl alır.
Gazetecilik mesleği asla bir propaganda işi değildir. O işleri partilerin basın ve halkla ilişkiler birimleri zaten yapmaktadır. Ayrıca parti, zaten etkin bir biçimde kendi meziyetlerini ve icraatlarını allandıra ballandıra ve en şatafatlı bir biçimde gümbür gümbür anlatmakta ve duyurmaktadır. Bunun haricinde bir gazetecinin herhangi bir partinin halkla ilişkiler çalışanı gibi bir tutuma girmesi ne gazetecilik etiğine yakışır, ne de zaten partilerin böylesi bir gazeteciye ihtiyacı vardır. Ama eğer o ülkede otoriter bir rejim yok ise ve arzu edilen gerçek bir demokrasi ise; iktidarların, meziyetlerini anlatan gazetecilerden ziyade, kendilerine yanlış yönlerini söyleyecek ve kıyasıya eleştirecek bir muhalefete ve muhalif bir tavır takınan gazetecilere ihtiyacı çok büyüktür. Ve elbette bu duruşun o iktidara her şeyden daha fazla katkısı vardır.
Dolayısıyla gazetecinin iktidarlar karşısındaki tutumunda her daim eleştirel bir tavır takınmasının hem gazetecinin mesleğini hakkıyla icrası açısından, hem de demokrasi ruhunun geliştirilmesi bakımından faydası çok büyüktür.
O hâlde “neden hep eleştiri, hep eleştiri diye soranlara” verilecek cevap, aşağıdaki sualin cevabı kadar basittir:
Bir iktidara “padişahım çok yaşa” diyenler mi daha çok fayda getirir, yoksa ihtiyacımız olan şey “yanlış yaparsan seni kılıcımla (kalemimle) düzeltirim” diyen babayiğitler midir?