Bir gazetecinin Reyhanlı halkına yaptığı hakaretlere karşı yazdığımız yazının üzerine, Reyhanlılı okuyucularımızdan bir dizi telefon ve mail aldık. Hepsi de Reyhanlılılar adına teşekkürlerini ifade ederek, bu gazetecinin iddialarını ve ifadelerini kınadıklarını dile getirdiler. Ayrıca Reyhanlılı STK’ların temsilcileri, bu çirkin iddiaları yargıya taşıyacaklarını ve suç duyurusunda bulunacaklarını ifade ettiler.
Bu hususta Reyhanlının en tanınmış isimlerinden biri olan eski DYP milletvekili ve TBMM Millî Eğitim Komisyonu Başkanı Nurettin Tokdemir de Reyhanlılılar hakkında ortaya atılan çirkin iddialara tepki gösteren ve Reyhanlı halkının gerçek mahiyetini ve meziyetlerini ortaya koyan isimlerden biriydi. Muhterem büyüğümüz Tokdemir’in Reyhanlı ile alâkalı aktardığı anekdotlar da çok mühimdi. Bunlardan birisi Reyhanlı’nın, daha hava yolu çok gelişmediği dönemlerde, uzun yıllar boyunca kara yolundan yapılan hac yolculuklarının Türkiye’deki son konaklama mekânı olduğu ayrıntısıydı. Evet, uzun ve zahmetli hac yolunda, uzun yıllar boyunca, Türkiye’nin dört bir yanından gelen hacı kafileleri, başlarındaki muhterem Hocalarıyla beraber, Cilvegözü’nden çıkmadan evvel, Reyhanlı’da günlerce konaklıyor ve Reyhanlı halkı bu insanlara kucak açıyor, onları Muhacir olarak görüyor ve Ensar gibi evlerinde ağırlıyordu... Tokdemir’in ifadesiyle, “Reyhanlılıların bu hasletlerini o dönemlerde hac yolculuğuna çıkan bütün insanlar kabul edecek ve ‘Evet doğru söylediniz’ diyeceklerdir”... İşte Reyhanlı böyle bir yerdir, Hatay böyle bir şehirdir...
Ben de bir Antakyalı olarak, Reyhanlılı kardeşlerimizle gurur duyuyor ve onların acılarını derinden paylaşıyorum. Bizim memleketimiz ezelden beridir hep muhabbet, hürmet, hoşgörü ve güzellikleriyle gündeme gelmiş güzide bir şehrimizdi. Çok kültürlü, çok dinli, çok dilli, çok etnik kökenli, çok mezhepli ve çok çeşitli olmasına rağmen, hep barış, sevgi ve saygının sembolü olmuştur. Bizim Hatay’ımız insanıyla, yemekleriyle ve tarihiyle gündeme geliyordu. Antakya’mız, İskenderun’umuz, Reyhanlı’mız, Samandağı’mız, Dörtyol’umuz, Harbiye’miz ve diğer bütün ilçelerimizde insanlar sevgiyle ve bir arada hayatlarını yüzlerce, binlerce yıldır sürdürmekteydiler… Bütün fitne girişimlerine, bütün ifsad çalışmalarına rağmen Hatay bu meziyetinden zerre taviz vermemiş örnek bir şehirdi…
Nitekim Suriye krizinde de, mültecilere kucak açarak bir Ensar hasiyeti göstererek bu örnekliğine devam etmiş, bütün olumsuzluklara rağmen sabretmeyi bilmiştir. Reyhanlılısı da, Antakyalısı da zor duruma düşen masum mültecilerin kılına zarar gelmesini arzu etmedi, etmezdi de… Ama gelin görün ki bu alicenaplıklarına rağmen ateş bağırlarına düştü ve kardeşlerini, akrabalarını, annelerini, babalarını, çocuklarını bu ateşe kurban verdiler. Bu yetmedi, bir de üstüne iftiraya uğradılar, vahşetle, cinayetle suçlandılar.
Halbuki Hatay’da bir tek insan bile böylesi bir fiile ortak olmaz. Neresinden olursa olsun hiçbir Hataylı şiddete mağlûp olmaz ve cinayete göz yummaz. Nasıl ki bu patlatılan bombalar karanlık ellerin işiyse, orada işlenen kötü fiiller de aynı karanlık ellerin işi olabilir. Bir Hataylı’nın değil… Takdir edersiniz ki karanlık adamların tek aidiyeti ve mensubiyeti içinde bulundukları karanlıktan başka birşey değildir...
Şimdi sosyal medyada yapılan yayınlara bakınca, birilerinin Hatay’daki insicamı ve nizamı bozacak kirli oyunlar planladığını görmekteyiz. İnsanları birbirine karşı kışkırtmak ve kaosa zemin hazırlamak arzusunu hissetmekte ve bu fitne karşısında Allah’a sığınmaktayız. Nitekim gözaltına alınan ve olayın planlayıcısı olarak derdest edilenlerin belirli bir mezhepe mensup olduklarına dair haberler geldikçe, bu fitne ve fesadın yayılmak istendiğine dair kanaatimiz pekişmektedir.
Halbuki bütün Hataylıların baştan beri endişesi, kendi şehirlerinde mazlûm mültecilerin varlığı değil; mültecilerle birlikte bölgeye yerleşen ne olduğu belirsiz, terörist, istihbaratçı, militan ve ajanlardır… Halk bu kişilerin varlığının rahatsızlığını yaşarken, yöneticilerimiz ise hem bu yabancı unsurların varlığına göz yummuş, hem de eğer iddialar doğruysa Reyhanlı’da patlama sonrası tahrikçilerin tahriklerine de göz yummuştur…
Başbakan ve heyeti, tam kadro Washington’da, Obama’nın Esad’ın kellesini altın tepside kendilerine sunmalarını umarken, bunun için ellerinden geleni yaparken, kendi ülkelerinde hızla yayılan, korku, kaos ve fitneye seyirci kalmaktadır. Halbuki hep beraber gördük ki, Washington’dakilerin Türkiye’nin bu meseleleriyle çok da ilgilenmediği ortada… Onlar bu kaos ortamından memnun. Tek ABD’li gazeteci bile, Suriye meselesini ve hatta ABD ve Türkiye’yi ortak ilgilendirecek soru sormamıştır. Erdoğan’ın bütün çabalarına rağmen, Obama somut bir adım atacağını deklare etmemiş ve diplomasiye devam çağrısı yapmıştır.
Müslüman Türkiye’nin lideri, Müslüman Suriye’nin liderini askerî bir müdahale ile alaşağı edip, zaten yeterince karıştırmaya çanak tuttukları bu ülkeyi tamamen kaosun ve anarşinin esiri haline getirmeye can atarken, ABD’nin lideri ise daha aklıselim bir tavır takınarak, ılımlı geçişin sinyallerini vermekte… ABD baştan beri ılımlı muhaliflere destek işareti verirken, Türkiye ise baştan beridir radikal ve baş belası bir takım gruplara her türlü desteği vermekten çekinmiyor… ABD’nin düşünce kuruluşları bile bu işin riskine işaret ederken, bizim medyamız tek bir kelime bile etmiyor…
Bütün bunları hayret ve dehşetle izliyoruz…