"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Gel gör bizi Face n’eyledi... Hasrete hasret eyledi...

Zeynep ÇAKIR
21 Mart 2014, Cuma
Eskiden birkaç günlük misafirlik dolayısıyla evden ayrıldığımızda nasıl merak ederdik Yalova’yı... Evimizi...
Misafirliğin sonuna doğru sıla; içine doldurduğumuz ruhumuza yüklediğimiz bütün sevgileriyle burnumuzda tüter, dönüşü beklemenin heyecanı benliğimizi tamamen esir alırdı.
Öyle çok uzaklarda da değildik halbuki. Alt tarafı İstanbul’da ve öğrenci idim meselâ. Hiç unutmam- öğrenciliğimde ilk yılımdı- sokaklardan birinden geçerken mutfaktan çıkıp etrafı saran taze fasulye yemeğinin kokusu memleket hasretini hedef şaşırmaz mızrak gibi saplamıştı yüreğime... Ne zaman sıra sıra bahçelerle bezeli evler görsem “Burası aynı Yalova.. bizim orası gibi” demeden duramazdım...
Hasret ve uzaklık merak duygusunu da alabildiğine kamçılardı kaçınılmaz olarak... Zaman akışında bile memleketin izlerini sürerdiniz. Kütüphanede ders çalışıp biraz sonra gireceğiniz ‘vize’nin derdindeyken;  birdenbire; şimdi ne yapıyorlar acaba? işler bitmiş çay demlenmiş, komşularla oturuyorlardır muhakkak şeklinde bir düşünceye kapılmaya görün... Ahh, herşeyi bir kenara itip; bir ışınlanma aleti icad edilsin de hemen oracıkta olunsun isterdiniz... Akşamları öğrenci odalarının garip yalnızlığında iken; evinizin sade mefruşatında; sizin için binlerce zenginliği ihtiva ettiği hatıraların davetkâr çağrısına icabet etme arzusu galip gelir, yüreğinizin ucuna bir sızı kondurmayı çok haince becerirdi... Hem eviniz miydi ki sadece özlediğiniz? Ev halkından ayrı tutmadığınız komşularınız arkadaşlarınız ve mahalleniz de katılırdı koroya. Memleketi topyekûn bunlarla severdiniz...
İşte bu yüzden çok heyecan verirdi dönüşler. Sizi memleket topraklarına taşıyan otobüs veya vapurun inmeye yakın saatlerinde saniyeleri iple çekmekteki sabırsızlığınız biraz sonra yaşayacağınız vuslatın bir an önce gelmesi içindi... Bilirdik ki: önce şehir karşılayacak bizi; o güzel kokusu, görüntüsü ve endamıyla... “Sen buraya aitsin, hoş sefa geldin” merasimi tertip ederdi hal lisanıyla...
Adım adım yol alırken eve doğru, çarşıda sokakta hasbihal edeceğin birkaç kişi muhakkak olur, ayaküstü havadan sudan konuşmalarda gündelik hayatın akışıyla ilgili malûmat bir çırpıda toplanıverirdi.. Eve girmeden uğradığınız bir dükkândan ufak tefek öteberi alırken; okulunuz, dersleriniz sorulur; ev halkının hali hatırı gözetilip selâmlar göndermek ihmal edilmezdi...  Ve nihayet evinizin kapısında; gelişinizdeki heyecanın bir mislini; sizi beklerken bulduğunuz bitişik komşudaki arkadaşlarınızda ve büyüklerinizde görmenin hazzını tattıktan sonra kavuşurdunuz aile fertlerine.
Tabiî ki vuslatı bayrama çeviren sevgi gösterileriyle...
Gurbetin hicran verdiği gerçeği yeni birşey değil... Fakat galiba gurbet hicranındaki elemin acısını tatmak bile; kavuşmaktaki sürurun lezzetine kalbolduğu ölçüde güzel gelirmiş... Haber alamamak, garip kaldım yüreğime dert oldu diye türkü tutturmak ta güzelmiş meğer... Haberdar olacağın, hemhal olacağın günü beklemekteki sabır ile pişmek muhatabına verdiğin değeri de arttırır imiş. Soğuk bir ekranın, bir mesajın, küçük iletilerin, reklâm ve gösteriş kokan paylaşımların boy ölçüşemediği bir hasbihalin; bir musahabenin zevkine; her halde, bizim kuşaklar bolca ulaşma bahtiyarlığında idiler...
Arkadaşının veya evde kardeşinin dilinde; kendine özgü ses ve mimikleriyle ördüğü mizansenle hikâyeleştirdiği sizsiz geçen günlerin dökümünü almanın lezzetini bilmem bugünkü nesil hissedebiliyor mu..
Bir toplantı öncesinde henüz biraraya gelmeden; giyecekleri kıyafete kadar birbirlerini WhatsApp veya mesajla  haberdar eden; döner dönmez de bitmez tükenmez mesajlar ve yorumlarla günün büyüsünü eskiten hallerin kısırlığında; bizim en basit şeylere yüklediğimiz anlamların izlerini sürebilecekler mi?
İşte biz; haberleşme obezitesinin olmadığı; bunu sağlayan imkânların çok zayıf ve kısır kaldığı günlerin çocuklarıydık..
Mahrumiyetlerle beslenen ilişkilerimiz vardı. Yüzünü görmediğimiz, sesine hasret kaldıklarımızla kurduğumuz candan bağlılıklarımız vardı... Şehirden çıkmamız da bir inkılâptı bizim için, şehre dönmemiz de... Ve kaçınılmaz olarak her iki halde de bekleyenimiz ve yolumuzu gözleyenimiz; “güle güle git selâmetle gel” diyenlerimiz vardı...
Gittiğimiz yer de; uzaklardaki sevdiklerimize kavuşmak demekti elbette... Lâkin, aslî vatan bildiğimiz yerin hasretini çekmenin lezzeti bambaşka idi... Ve bizi bekleyen yeniliklerin hayalimizdeki tasavvurlarıyla dönerdik yurdumuza; eksik kalan birşeyleri tamamlamaya...
Ne çok şey geçerdi aklımızdan bir bilseniz... Ne mânâlar yüklerdik eve dönüşe...
Sanırdık ki çok büyük inkılâplar olmuş ta biz kaçırmışız, dönüşte heyecanla sorardık komşularımıza; “mektup geldi mi, arayan soran var mı? “... Anlatın; “biz yokken neler oldu ne bitti”.
Bazen sıradan bazen de esaslı gelişmeler olmaz da değildi. Taze haberler ve sıkı muhabbetler ile yeniden yaşadığın yerde olmanın sevincini hissederdiniz iliklerinizde... Birkaç gün veya haftalık uzaklık; telefonsuz, mektupsuz habersiz ayrılıkların sonunu işte böyle esaslı vuslatlara bırakırdı.
Şimdi şehirden ayrılsan da arkada bırakmıyorsun ki hiçbir şeyi... Elinde veya masanda olanla seninle birlikte geliyor herşey... Arkada bıraktığını çok ta merak etmiyor, kavuştuğunun vereceği haberleri zaten önceden biliyorsun.
Senin nerede olduğunu ise sen söylemezsen ya da paylaşmaz isen hiç kimse umursamıyor!  
Birkaç gün haydi onlara da bakmadın diyelim; işte her şey yine bıraktığın gibi devam ediyor...
Üstelik biriken ne kadar havadis varsa hepsini okutma esaretini üzerinize boca ederek... Kabak tadını; temcid pilavını değişmez mönü olarak afiyetle yedirerek... Merak iştahını körüklemekte mahir; fakat tanıdıklarınla sanaldan dost gerçekte mesafeli bırakarak... Sizi dahliniz olmadığı hayatların seyircisi kılarak....
Ne diyelim; şimdi bize haber almanın yavan, şehre gidip gelmenin rutin, burun direklerini sızlatan hasretin katili iletişim ağları yüzünden vuslatın heyecansız olduğu günler düştü...
Meçhul sevgiliye; “beni benimle bırak giderken başka bir şey istemem ayrılırken” diye sitem eden gibi biz de; cep telefonları ve sosyal medyaya böyle tavır alıp; öyle mi kaçsak kaybolsak bir yerlere ...
Özlemek için... Özlenmek için, hasrete hasret kalmayıp; kavuşmanın lezzetini tâ yürekten duymak için...
Okunma Sayısı: 1280
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı