Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 06 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mustafa ÖZCAN

Başörtüsü kimin bidatı?



Başörtüsü İslâm’ın mı, yoksa yeni rejimin bidatı mı? Bazılarına göre bunun cevabı bedihi yani ‘a priori’dir, ama günümüzde bedihiyat ve müsellemat alanı da tartışmaya açılmıştır. Nifak cereyanı yüzünden herşey allak bullak ve yalama oldu. Herşey birbirine karıştırıldı. Daha on yıl önce Bosna’ya gidişinde başörtüsünü ‘Bacılarımızın namusu ve zırhı’ diye takdim eden Deniz Baykal nasıl olduysa başörtüsünü İslâm’a eklenen yeni bir şart yani bidat olarak görmeye başladı.

‘Yeni bir peygamber mi geldi?’ diye bayağı bayağı soruyor. Bu durumda başörtüsünün dini yeri bulanıklaşıyor. Bu bulanık havada Ruhat Mengi, hocaları ve gelmiş geçmiş diyanet işleri başkanlarını ekrana davet ediyor. İcabet edebilene aşk olsun! Yargıtay başkanvekili Osman Şirin de (Osman Zümrüt’ten sonra) Ziya Paşavari ‘bizim zamanımızda böyle bir şey yoğ idi, iş bu uygulama yeni çıktı’ diye veryansın ediyor. Bu durumda işin sadece kanunî mahiyeti değil dini mahiyeti de tartışılır hâle geliyor. Osman Şirin de derin anayasa yorumcusu Kanadoğlu gibi demiş: “Yasama yetkisi laiklik ilkesine dokunmaya imkân vermez.”

Bazıları bunu daha değişik yoldan söylüyor. Sözgelimi, Fatih Hilmioğlu ‘yüzde 95 ile de gelseler bunları değiştiremezler’ diyor. Bu ne demek oluyor? Yüzde 95, yüzde 5’lik bir ideolojik azınlığın esareti değilse bile tahakkümü altında mı bulunuyor? İslâm dünyasını maalesef ideolojik azınlıklar yönetiyor. İslâm dünyasının ideolojik azınlıklar tarafından yönetildiğini söyleyen zat Cezayir eski başbakanlarından Abdulhamid İbrahimi’dir.

Son sıralarda laiklik ilkesi üzerinden yasakları savunan zümre üst üste mantık hatalarına düşüyor. Bu da giderek histeriye kapıldıklarının bir işareti. Zaten yer altında değil de yer üstünde fay hattını patlatma ihtimali bulunan Celal Şengör de Ahmet Hakan’a gönderdiği mektupta biraz fazla celallendiğini kabul ediyor. Şirin, yaş haddinden emekliye ayrılan iki yargıtay üyesinin veda töreninde yaptığı konuşmada, emekli olan iki arkadaşıyla İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde 1960 yılında birlikte okuduklarını hatırlattı. Ardından, arkadaşlarına seslenen Şirin, “İstanbul Hukuk Fakültesi’nin içinde ne örtünme ihtiyacını duyan bir kızımız vardı, ne de kapıda ‘örtünmeliyim’, ‘dini inancımın gereği budur’ diye eyleme giden bir kişi vardı. Hiçbirisi mevcut değildi” dedi. Bu tarihe tanıklığı veya tesbiti doğru ama kalıcı doğru değil, arizi doğrudur. Doğruluğu bir dönemle mukayyet ve sınırlıdır. Mustatil yani düz bir çizginin doğrusu değil bir eğreltinin ve bir kırılma döneminin arizi yani geçici doğrusu. Çok ilginçtir Abdullah Azzam hatıralarında kendi dönemlerinde açıklık meselesini şöyle anlatır: “Biz Kahire Üniversitesi’nde okurken kampüste başı kapalı ve İslâmi kılık kıyafete riayet eden tek kişi vardı; O da Seyyid Kutup’un kardeşi Emine Kutup idi...” Ama yetmişli yıllara gelindiğinde durum tersine dönmüştür. Demek ki, Şirin’in İstanbul Üniversitesi’nde müşahade ettiği hâl sadece Türkiye’ye mahsus değildir. Bir dönemin genel geçer gerçeğidir. Ama bugün yasak sadece Türkiye’ye mahsus ve özgüdür. Fark buradadır.

Pekâla! Mısır ve ülkemizde başörtüsüzlük akımı ne zaman başlıyor? Biz bunu da tarihi vetire üzerinden takip edelim. Mısırlı siyasetçi Mustafa Nuhas Paşa ile birlikte (ki Hasan el Benna bu yüzden kendisini paylamıştır) Mustafa Kemal’e hayran olanlardan meşhur Mısır’da ve Arap dünyasında hürriyet-i nisvan akımının öncülüğünü Hüdra Şaravi yapmıştır. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde İstanbul’da toplanan Uluslararası Kadın Kongresi’nde Mısır kadınlarını temsil eden Hüda Şaravi Atatürk’e hitaben: “Türkler size Atatürk yani Türklerin babası ismini verdiler. Ben ise size ‘Ataşark’ yani ‘Şarkın Babası’ demek istiyorum” demiştir. Zamanının önde gelen feministi Hüda Şaravi (1878-1947) 1923’de Roma’da yapılan bir kadın konferansından dönüşünde, Kahire garına vardığında trenin merdivenlerinde durdu ve merasimle yüzündeki peçeyi çıkardı. Kadınların onu coşkuyla alkışladıkları ve bazılarının onu izlediği söylenir. Aynı kuşaktan bazı kadınlar Şaravi’yi örnek aldılar. Bir sonraki kuşaktan gelenler istemedikleri takdirde asla peçe takmamışlardır. Demek ki açıklık (sufur) akımı Mısır’da da bizdeki dönemde yani 1923 yılında başlamış. Demek ki bu çığırın tarihi ne kadar da kısaymış. 1970’lerde bitmeye başlamış. 1970’li yıllar hem Arap âleminde hem de İsrail’de dindarlaşma yılları ve hatta dönüm noktasıdır. Türkiye için de aynı şeyler söylenebilir.

İsrail halkını dindarlaştıran şey Araplara karşı kazandıkları zafer iken Arapları dindarlaştıran ve Arap milliyetçiliğini zayıflatan faktör de hezimet olmuştur. 100 yıl geriye gidelim ve kitaplarda ve kartpostallardaki Saraybosna fotoğraflarına bakalım. Baykal’ın başörtüsü dağıttığı İslâm dünyasının en batısında yer alan bu mekân yani Saraybosna bugünün en doğusunda yer alan Afganistan’dan tesettür bakımından farksızdır. Demek ki 100 yıl önce Osmanlı egemenliği altında olan Bosna bugünün Afganistan’ını aratmıyordu. Demek ki açıklık akımı ve yasağı arizi bir dönemin ürünüdür. İşte bizdekiler bu nostaljinin devam etmesini ve Türkiye’nin tarihin müzesinde yaşamasını istiyorlar. İşte kimileri bu arizi dönem ve asr-ı saadetleri hiç bozulmasın istiyor. Bunun için başörtüsüne kâh İslâm’ın bidatı kâh da olmazsa rejimin bidatı diyorlar. Güçlerine göre mevzii alıyor ve tanım buluyorlar. Doğrudan yasaklayamadıklarından ona dini bir kulp takıyorlar. Ama bu kimseye yakışmıyor. Yakışmadığı için de dünya görüşü farklı olsa da Ali Nesin bile yasağa sahip çıkamıyor. Bu en azından insanî bir tavırdır. İslâmî tavırda buluşamadıklarımızla insafın bir gereği olarak pekâla insanî bir tavırda buluşabiliriz. Ali Nesin örneğinde olduğu gibi.

***

Bu anlamda, Mısır gibi İngiltere ve İtalya gibi ülkeler de kamusal alanda peçeyi yasaklasalar ve sınırlandırma getirseler bile onun ötesinde genel bir başörtüsü yasağı koymuyorlar. İngiltere ve İtalya gibi ülkelerde kız öğrenicileri eğitimin her seviyesine başörtüsüyle devam edebiliyorlar. Meşreben en geniş İslâmî anlayışı temsil eden, yaşayan ve pratiğe döken Bosna’da bile insanlar okula istedikleri kıyafetle gidebiliyorlar. Melike Salihbegoviç örnekleri geçmişte; komünist dönemde kaldı. İnsaf dairesinde olanlar nifak cereyanının dışındadırlar.

06.02.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (05.02.2008) - “İran’ın düşmanlarını temizledik”

  (04.02.2008) - Farsça Nutuk, Fransızca Humeyni

  (03.02.2008) - Ergenekon’un dış yüzü

  (02.02.2008) - Arap Celâl’den, Amerikalı Celâl’e

  (01.02.2008) - Ergenekon’un siyasî dili

  (31.01.2008) - Ergenekon’un manevî zemini

  (30.01.2008) - Kemalizm ve Baascılık

  (29.01.2008) - Yolsuzluk lobisi

  (28.01.2008) - Vatansız, mekânsız ve devletsiz... (2)

  (27.01.2008) - Vatansız, mekânsız ve devletsiz... (1)

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri