Tevazu ve mahviyeti kazanırsa toprak, ondan kudret çiçekleri çıkıyor. Buğday başakları mahviyet sırrı ile başını aşağıya eğiyor. Tekebbür yok, tefâhur yok, kibir yok!
Demek ki başak, in’amı Mün’im’den biliyor. İnsan hiçbir şeye imrenmediği kadar toprağa imrenmeli. Çünkü hıfz ve hayatın arşı; topraktır. “Arz, âlemin kalbi olduğu gibi, toprak unsuru da arzın kalbidir. Ve tevazu, mahviyet gibi maksuda isâl eden yolların en yakını da topraktır. Belki toprak, en yüksek semâvattan Hâlık-ı Semavata daha yakın bir yoldur. Zira, kâinatta tecellî-i rububiyet ve faaliyet-i kudrete ve makarr-ı hilâfete ve Hayy-u Kayyûm isimlerinin cilvelerine en uygun, topraktır. Nasıl ki arş-ı rahmet su üzerindedir; arş-ı hayat ve ihyâ da toprak üstündedir. Toprak, tecelliyat ve cilvelere en yüksek bir ayinedir.”1
Tevazu ve mahviyet gibi maksuda isâl eden yolların en yakını toprak ise; Nur Talebelerinin en mümeyyiz sıfatlarından birisi de tevazu ve mahviyet olmalıdır. Toprak gibi olmak, sinesinde dağları, okyanusları ve taşları taşımak, ancak hiçbir şikâyette bulunmamak! Toprak kirli ve kusurlu her şeyi örtüyor. Sinesinde nice yükleri taşıyor. Had ve hesaba gelmeyen nimetlere menşe oluyor. Ayaklar altında kalsa da fıtrî vazifesinden inhiraf etmiyor. Ucuz hesaplar yapmıyor, masnuat-ı İlâhiyeye ayinadarlık yapıyor.
Tevazu ve mahviyet Nur Talebelerini fenafi’l-ihvan ruhuna kavuşturur. Fenafi’l-ihvan ruhu ise düstûr-u kudsiye-i Kur’âniyedir. Kardeşlerde fânî olamayan bu davada yürüyemez, yarı yolda kalabilir. Bu düstura vasıl olmak için takva ve amel-i salih ve tevazu ve mahviyet lâzımdır. Ceylan Çalışkan Ağabeyin notlarında şöyle bir ifade vardır: “Risale-i Nur’a makamsız hizmet eden, manevî makâmatın müntehası olan sıddıkiyete vâsıl olur. Bu ise tam mahviyetle olur.”2 Hubb-u câhı feda etmek, meyl-i tefevvuku feda etmek, hatta izzet ve şerefini feda etmek ile mahviyete girilir. Bu benlik ve enâniyet zamanında, mahviyet büyük bir fazilettir. Öyle ise Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini tam temsil edebilmek için tefâni ve mahviyet sahibi olmak elzemdir.
Mahviyet bir hâl ilmidir. İlim okumakla olur. Ancak kitaplar rafta, okunmuyor. İllâ raflardan masalara inecek! Sonra masalardan ellere ve dillere, oradan da akıl, kalb ve ruha tesir etmeli ki hayata aksedebilsin. Yoksa söylem ve eylem tutarsızlığı yaşamış oluruz. Vazifemiz; hakikat-i Kur’ân’iyenin hikmetlerini beyan etmek, onları terennüm etmek ve fiili olarak izhar etmek. Bu ise dava noktasından, mahviyet, tevazu, ihlâs, sadâkat, tesanüd istiyor. Bu ise ilim ve hikmet istiyor. Risale-i Nur ise “Gurur ve kibir gibi kötü ahlâkları kaldırıyor. İnsanı, tevazu, mahviyet ve vakar gibi faziletlerle değerlendiriyor.”3
Uhuvvet, sadâkat, ihlâs ile mücehhez olmayan bir Nur Talebesi binlerce kez Risaleleri okusa da fayda etmez! Radyo ve tv’de okunanlar radyo ve tv’ye fayda vermediği gibi… Tam fedakâr olmak, hizmet ve marifet mezci ile olur. Enaniyet ve huzuzat-ı nefsaniyeden sıyrılmak, hizmete tam bir teveccüh ile yönelmekle olur. İnsan bütün his ve gayretiyle Kur’ân’a hizmetini, faaliyetine nokta-i merkeziye kabul etmeli… Kur’ân’a hizmeti, asliyet olarak kabul etmeli... Kalbinde, ruhunda, hayalinde ve hayatında merkez; Kur’ân’a hizmet olmalı... Rahatını ve izzet-i nefsini bırakarak hizmet etmeli; yanlış düşündüğü izzetini hizmette istimal etmeli… Biz “sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz”4 demeli! İşte hizmette “Meşreben toprak gibi olmak!” sırrı…!
Dipnotlar:
1- Mesnevî-i Nuriye, s.262.
2- https://www.risaleinurenstitusu.org/ceylan-caliskanin-nur-derslerinden-tespit-ettigi-notlar-2/
3- Nurun İlk Kapısı, s. 160.
4- Lemalar, s. 276.