Maddî Medresetüz-Zehrâ’sını gerçekleştiremeyen Bediüzzaman, Medresetü’z-Zehrâ’nın mânevî hüviyetini Isparta Vilâyeti’nde ve farklı mahallerde tesis edildiğini, tecessüm ettiğini eserlerinde açıkça söylüyor.
Risâle-i Nur’u ve yayıldığı hizmet merkezlerini “Medresetü’z-Zehrâ” diye adlandıran Bediüzzaman, Risâle-i Nur hizmetini mânevî bir Medresetü’z-Zehrâ olarak vasıflandırarak, “maddî sûretini” de tesis etmelerini talebelerinden istemişti.1 Bediüzzaman’a göre, her ne kadar yıllarca uğrunda emek verip mücadele ettiği Medresetü’z-Zehrâ hakikati fiilen aynen gerçekleşmemişse de, daha fazlasıyla Risâle-i Nur ve Nur Medreseleri ile gerçekleşmiştir. Isparta bu Medresetü’z-Zehrâ’nın merkezi olmuş, girilen hapishâneler ve Denizli ve Kastamonu ve hatta Nur Medreseleri’nin açıldığı her yer mânevî Medresetü’z Zehrâ’nın şubeleri haline gelmiştir. Bu konuda Bediüzzaman’ı eserlerinde bu meyanda bahsettiği hakikatleri dinlemek gerekir. Kısacık bir hülasası şöyledir: “Hem bu Münâzarât risalesinin ruhu ve esası hükmünde olan hâtimesindeki Medresetü’z-Zehrâ hakîkatı ise, istikbalde çıkacak olan Risale-i Nur’a bir beşik, bir zemin izhar etmek idi ki, bilmediği, ihtiyarsız olarak ona sevk olunuyordu. Bir hiss-i kablelvukuyla o nuranî hakîkati bir maddî surette arıyordu. Sonra o hakîkatin maddî ciheti dahi vücûda gelmeye başladı. Sultan Reşad, 19 bin altın lirayı Van’da temeli atılan o Medresetü’z-Zehrâ’ya verdi, temel atıldı. Fakat sabık Harb-i Umûmî çıktı, geri kaldı. Beş altı sene sonra Ankara’ya gittim, yine o hakîkate çalıştım. İki yüz meb’ustan 163 meb’usun imzalarıyla, o medresemize 150 bin banknot iblâğ ederek o tahsisat kabul edildi. Fakat binler teessüf, medreseler kapandı, onlarla uyuşamadım, yine geri kaldı. Fakat Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, o medresenin mânevî hüviyetini Isparta vilâyetinde tesis etti. Risale-i Nur’u tecessüm ettirdi. İnşâallah istikbalde Risale-i Nur şakirtleri o âli hakîkatin maddî suretini de tesis etmeye muvaffak olacaklar.2 Bir başka eserinde “Eski Said çok zaman Medresetü’z-Zehrâ‘yı, gaye-i hayal ederek çalışmış. Cenab-ı Hak kemal-i merhametinden, Isparta’yı o Medresetü’z-Zehrâ hükmüne getirdi.”3 Şekliyle ifade ediyor. Cenab- Hak “Hapishaneleri bir dershâne-i Nuriye olduğu gibi, inşâallah Denizli Vilâyeti de bir nevi Medresetü’z-Zehrâ hükmüne geçecek.”4 Hadsiz şükür olsun ki; Isparta, tam bir Medresetü’z Zehrâ ve Câmi’ül Ezher olacağını ve olmaya başladığını, kahraman talebelerinin bu ağır şerâ’it altında sarsılmadan faaliyetleri isbat ediyor.5 “Nurlara ait derslerime itimadlarını bildiğim sıralarda, mübarek Isparta’ya ve mânevî Medresetü’z-Zehrâ’ya üçüncü defa geldiğim zaman işittim ki...”6...Kalemleri teksir makinesi olan Medresetü’z-Zehrâ şakirdlerinin ellerine, yeni çıkan teksir makinesini verdi.7 Birden o koca hapishâneyi bir Dershâne-i Nuriye’ye çevirip bir Medrese-i Yusufiye (as) olduğunu isbat ederek, Medresetü’z-Zehrâ kahramanlarının elmas kalemleriyle Nurlar intişara başladı.8
Zâten “Medresetü’z-Zehrâ” tevessü’ edip, hakiki ihlas ve tam fedakârane terk-i enâniyeti ve tevazu-u tâmmı daire-i Nur’da aşılıyor, neşreder.9
Not: Medresetü’z-Zehrâ meselesine kronolojik olarak 1923 yıllarında Ankara’da mecliste yaşanan hadiselerle ileride devam edilecektir inşâallah. Şimdilik konuyu bitiriyoruz.
Dipnotlar:
1- Kastamonu Lahikası, 2013, s.94
2- Age, s.94
3- Age, s.292
4- Emirdağ Lahikası-I, 2013, s.201
5- Age, s.245
6- Lem’alar, 2013, s.460
7- Age,2013, s.565
8- Age, 2013, s.577
9- Şualar, 2013, s.767