“Ne için dünyaya gelişinden pişmansın? Neden küfran-ı nimet ediyor ve hayatından bıkıyorsun?” 1
Başlangıcına bir dön. Ana rahmine düşmeden önce sen hiç yoktun. Ama bak, varlık âlemine çıkarıldın. Akıl ve şuur ile donatıldın. Şefkatli Rabbinin inayet ve rahmet kucağındasın.
Buraya sadece “ticaret” için değil, aynı zamanda “keyif” için de gönderildin. 2
Milyonlarca insan ülkeler arası seyahat ediyor. Tabiat manzaralarını veya tarihî eserleri görebilmek için para harcıyor. Yoruluyor belki, ama büyük keyif alıyor.
Peki, sana ne oluyor? Etrafında dizilmiş “bana bak!” diye tebessüm eden milyarlarca san’at eseriyle dopdolu bu uçsuz bucaksız galerinin içinde, sen gözünü hangi çöplüğe diktin ki, miden bulanmaya başladı? Yoksa kendini, andan ibaret olan nefsin hayatına hapsedip, keyif ve lezzeti nefsanî olandan ibaret mi zannettin?
Kalp ve ruhun derece-i hayatına çık! Bak ne keyifler göreceksin! En büyük ve elemsiz lezzetleri imanda ve marifetullahta bulacaksın.
Gaflet seni istilâ edince, huzuru kaybedip vehmine aldanıyor ve bedbinleşiyorsun. Oysa biliyorsun ki, nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyetperver, müşfik bir melikin memleketi “hem bu derece göz önünde âsar-ı terakkiyat ve kemalât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği surette olamaz!” 3
Ye’s-i mutlakı kâfir-i mutlaka bırak! Şevk-i mutlak ile Allah’ın rahmet eserlerine bak! Bu seyahatte hem keyif, hem de ticaret var. Kâr içinde kâr!
Merhum İbrahim Fakazlı anlatıyor: “Afyon hapsinde teneffüse çıktığımızda, orta bahçede gezerdik. Üstad Bediüzzaman da bizi yukarıdaki hücresinin penceresinden seyrederdi. Onun penceresinin tam karşısında Ceylan, Halil ve ben oturuyorduk. (Moralleri bozuk vaziyette güneşleniyorlarmış.) Üstad, pencereden üçümüze bir pusula attı. Pusulada: ‘Kardeşlerim! Gezin, dolaşın, neşeli olun!’ yazıyordu. 4
Evet, bu güzel yaz mevsiminde “Gezin, dolaşın, neşeli olun!” Bu da mühim bir sünnettir.
ÇOCUKLARIN SIKILAN CANLARI CANIMIZI SIKMAMALI
Bizim gibi çocuklar da mızmızlanıyor: “Canımız sıkılıyor!”
Bunu gören ana babalar, hemen telefonunu veya tableti onların ellerine tutuşturup güya sorunu çözüyor. Hâlbuki can sıkıntısı, insanı geliştirmek için faaliyete zorlayıcı bir dinamiktir. Bu açıdan bir ihsân-ı İlâhîdir.
“Acıktım” diyen bir çocuğa hemen cips mi verilir?
Büyükleri olarak çocuklarımıza öğretmemiz gereken belki de en önemli beceri, kendi sorunlarını kendi başlarına çözebilmeleridir ki, bu sorunların başında da “can sıkıntısı” gelmektedir.
Can sıkıntısıyla nasıl baş edebileceğini öğrenemeyen bir çocuk, yaşı ilerledikçe sorunu çözmek için –Allah muhafaza– hangi yanlış lezzetlere yönelir? “Can sıkıntısı sefahatin anahtarı” olabilir.
O yüzden müsbet ve geliştirici çözüm yollarını bulabilmesi ve bu duyguyla baş etmeyi öğrenmesi, üniversiteyi kazanmasından daha önemlidir.
Hastalıklarımız ağrıya sebep olup bizi tedaviye mecbur etmeseydi ne çabuk ölürdük, değil mi? Can sıkıntısı da ruhun ağrımasıdır. O da bir rahmet eseridir. Bir “eğitim” veya “kaynaşma” fırsatı olarak değerlendirilmelidir.
Çocuklarımız bilgisayar oyununu en azından hak etmelidir. Yoksa hak etmeden serbestçe oynayan bir çocuğun canı zamanla her şeyden sıkılır.
Dipnotlar:
1- G. Münteşir Emirdağ L. 1, “Mustafa ve Ziya’nın mektubu.”
2- bk. 2. Söz.
3- 2. Söz.
4- N. Şahiner, S. Şahitler, II/196.