Bediüzzaman Hazretleri, Nur Külliyatı’na neden “Ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum” diye başlar? Tevazu göstermek için mi? Hâlbuki “Tevazua niyet, onu ifsad eder!” 1 O halde, örnek alınmak için söylemiş, teşvik için de mübalâğa yapmıştır, denilebilir.
Öyle anlaşılıyor ki, Üstad mübalâğa yapmıyor! Tevazu olsun diye de söylemiyor.
Belki mühim birçok hakikati ifade ediyor. O hakikatlerden bazılarına bakalım:
BİRİNCİSİ: O zat, tevazu ve mahviyet kadar, takvada da “herkesten” ileride olduğuna göre, elbette vahyin nasihatlerine herkesten ziyade ihtimam gösteriyor ve ihtiyaç duyuyor olmalıdır. Bu ondaki kemalin bir alâmetidir.
Nitekim Hazretin, Erek veya Nurşin’de münacaat için saatlerce dizüstü durmaktan ayak parmakları yara olur. Ateş yakmakla meşgul talebesi Molla Rasül’e parmağını göstererek merhem ister. Molla Rasül: “Biz de Allah’dan korkuyoruz, ama senin ödün patlıyor. Bizim gibi rahat otursan ayağın yara olmayacaktı” diye hayretini ifade eder. 2
İKİNCİSİ: Risale-i Nurlar’dan istifade edebilmenin birinci şartı ve anahtarı ona ihtiyacın hissedilmesidir. Hastanın iyileşebilmesinin ilk adımı hasta olduğunu kabul etmesi ve ağrıları hissetmesidir.
Ezcümle, talebelerinden Hulusi ve Sabri’ye (ra) birinciliği kazandıran özelliklerinden biri de eczane-i Kur’âniyeden alınan ilâçları, yaralarını hissedip merhem gibi sürmeleridir. 3 Zaten Abdülkadir-i Geylanî de (ra) Sözler’in Müellifine, sekiz asır geriden “Sen zamanın Abdülkadiri ol” diye seslenmeden önce “Sen evvel kendine tabip ara, şifa bul” diyerek 4 ona bu altın anahtarı vermiştir. Evet “Başkası için okuyan istifade edemez. Kendisi için okuyan ise istifade eder” 5
ÜÇÜNCÜSÜ: Kendisinden ziyade çevresini düşünen ve etrafını aydınlatmak isteyenin dahi yapması gereken, kendini nurlandırmasıdır. Çünkü bir insan ne kadar nurlanırsa, çevresi de o nispette aydınlanır. Hatta öyle olur ki, böyle insanlar bilinmedikleri ve görülmedikleri ve kendileriyle görüşülmediği halde, bulundukları şehirlerde adeta birer gizli kutup gibi ehl-i imanın kalplerine kuvve-i maneviyeyi neşretmeye başlarlar. 6
O halde misyonu gereği, ahirzamanın kapkaranlık fitneleri içinde, deniz feneri görevini üstlenen en öndeki vazifedarın, Kur’ân nurları ile parlamaya ve duâya ihtiyacı herkesten ziyade olacaktır. Kendisinin günde ortalama iki yüz sayfa risale okuduğu ve “Elhamdülillah! Bu gün de imanım inkişaf etti” dediği nakledilir. 7 İmzasını genelde “Duânıza muhtaç” şeklinde atması ve daima duâ istemesi de tevazudan ziyade, belki bu sır içindir.
DÖRDÜNCÜSÜ: İnsanların bir “Etki Çemberi” bir de “İlgi Çemberi” vardır. Etki çemberi içine, etkileyip değiştirebildiği gücü dâhilindeki olaylar girer. Meselâ kişi, günde bir saat zaman ayırmakla beş vakit namazını eda edebilir. Veya sadece kırk dakikalık bir zaman ayırmakla Külliyatı bir yılda bitirebilir. Bunlar etki çemberimizdeki olaylardır. İlgi çemberi ise merak uyandıran, medyada gündem oluşturan, ama müdahale etmeye ve düzeltmeye gücümüzün yetmediği olaylardır. Küresel çatışmalar, Amerika’daki seçimler vs. gibi.
Kişi gelişiminin ilginç bir kuralı burada devreye girer. Şöyle ki: Kişi vaktini, fikrini, enerjisini etki çemberine odaklarsa etki çemberi hızla genişlemeye başlar. Aksini yapar ve ilgi çemberine yoğunlaştırırsa bu defa etki çemberi hızla daralmaya başlar ve sonunda sıfırlanır.
Etki çemberini bırakıp ilgi çemberindeki dünyayı kurtarmaya koşanlar ve işin sonunda kendilerini bile kurtaramayanlar bunlardır.
Demek, etki çemberini dünya kadar genişletmek isteyenin “Merak etmeyin! Ben bu Nurlar’ı bütün dünyaya okutturacağım” diyenin 8 bu Nurlar’ı herkesten ziyade okumaya ihtiyaç duyması mübalâğa değildir.
BEŞİNCİSİ: “Hasenâtü’l-Ebrari Seyyiâtü’l-Mukarrabîn” yani “Ebrar (iyiler) için hasene sayılanlar, mukarrebler (Allah dostları) için seyyiedir” derler. Demek maneviyatta yükseldikçe daha fazla dikkat gerekir. Zira yükseldikçe zemin keskinleşir. Fırtınalar şiddetlenir. Risk artar. İmtihan zorlaşır. En küçük bir tökezleme bile düşmek için yeterli olur. Ucu sivri yüksek kulelerin başlarında duranların, düşmemek için mahza nasihat olan Kur’ân Nurları’na sarılma ihtiyacı elbette herkesten ziyade olur. Bu anlamda Üstad (ra): “Ben bu meyveleri yiyorum. Siz birer kokucuk alsanız yeter” demiştir.9
İmam-ı A’zam (ra) bir gün sokakta yürürken, bahçe duvarının üzerindeki bir çocuğa gözü ilişir. Duvar üstünde yürümeye çalışan çocuğu şefkatle ikaz için “Evlâdım! Dikkat et; düşebilirsin” deyince çocuk ona bir süre bakar ve sonra cevap verir: “Benim ayağım kayarsa, belki bir yerim kırılır. Ama senin ayağın bir kayarsa ümmet düşer. Bence sen kendine dikkat et yâ İmam! İkaz edilmeye senin ihtiyacın daha fazladır!”
Kısacası, bu sözde tevazu veya mübalâğa değil, bu mesleğin sırrı var! Bu öyle bir meslek ki, insan kendini nasihate herkesten fazla muhtaç görüp bu niyetle Nurlar’a yöneldiği sürece hem kendini, hem de başkalarını nurlandırmaya devam ediyor. Tam tersine, kendi nefsini müstağni görüp başkalarını irşada yönelince nuru çabucak sönüveriyor! Fe Sübhânallah! Her halde esası acz, fakr ve hillet olan bir meslek bu tavrı asla kabul etmiyor. Yani hiç kimseye irşad makamı lütfetmiyor! (Bu makam yok değildir. Ama sadece Risale-i Nurlar’a ve şahs-ı manevîye tevdi edilmiştir.)
Şu halde “nefsini herkesten ziyade nasihate muhtaç görmek” öyle altın bir anahtar veya şifredir ki, Nur sarayının kapıları onunla açılır. Bu sarayın müştemilatında onunla gezilir. Kulelerine onunla çıkılır. Zirvelere çıkanların orada durabilmesi, bu prensibe aşağıdakilerden daha sıkı tutunmalarına bağlıdır. Başkalarını irşad dahi bu anlayışla mümkün olabilir.
Dipnotlar:
1- Mesnevî-i Nûriye, Şemme.
2- Necmettin ŞAHİNER, M. Hamid EKİNCİ’den naklen, Son Şahitler, I/124.
3- Barla Lâhikası. Mukaddime.
4- 8. Lem’a; 28. Mektup, 3. Mesele.
5- Merhum Zübeyir GÜNDÜZALP’in sözüdür.
6- 8. Şuâ, 8. Remiz.
7- Merhum Mustafa SUNGUR’dan naklen Sabri OKUR.
8- N. ŞAHİNER, Bayram YÜKSEL’den naklen, Son Şahitler, III, 74.
9- Merhum Ali Nihat KURTCA’dan naklen.
Fotoğraf: Erhan Akkaya