ABDURRAHMAN ÖNBAŞ - S. ALP ÖZCAN
Said Nursî, 1944 yılında Denizli hapsinden beraat ederek çıktıktan sonra, doğrudan memleketine dönmesine izin verilmedi. Devlet, onu yeniden bir başka şehre “mecburî ikamet” kapsamında sürgün etmeye karar verdi. Bu doğrultuda, Afyon’a bağlı Emirdağ ilçesine gönderildi. Burada belirli sınırlar içinde yaşamasına, ancak sıkı polis gözetimi altında kalmasına izin verildi.
Üstad, Emirdağ’a vardığında küçük, mütevazı bir eve yerleştirildi. Bu ev, hayatının bir bölümüne şahitlik edecek ve Nur hizmetinin yeniden teşkilatlandığı merkezler- den biri olacaktı. Devletin asıl niyeti, onu merkezlerden uzaklaştırmak ve etkisini kırmaktı. Ancak gelişmeler bunun tam tersini gösterdi.
Devlet Nezdindeki Konumu ve Siyasî Atmosfer
940’lı yılların ikinci yarısı Türkiye’de tek parti yönetiminin hâkim olduğu, dinî faaliyetlerin sıkı biçimde denetlendiği bir dönemdi. Bu bağlamda Said Nursî gibi, halk nezdinde itibarı yüksek olan dinî şahsiyetler sürekli kontrol altında tutuluyordu.
Emirdağ’da yaşadığı süre boyunca, Üstad’ın evi polis tarafından belli aralıkla gözetim altında tutuldu. Gelen-giden izleniyor, mektuplar denetleniyor, hatta bazı dönemlerde ziyaretçilerin gelmesi bile engelleniyordu. Bazen posta yoluyla gelen Risale-i Nur nüshalarına el konuluyor, bazen de Üstad’ın dışarı çıkasına sınırlamalar getiriliyordu.
Emniyet ve valilik raporlarına göre, Üstad “tehlikeli bir dinî şahsiyet” olarak fişlenmişti. Fakat onun ne cebrî ne de siyasî bir faaliyeti olmadığı belgelerle sabitti. Tüm bu baskılar, onun yalnızca iman ve ahlâk hizmeti verdiğini ispatlamaktan başka bir işe yaramadı.
Emirdağ Lahikası ve Risale-i Nur’un Yayılması
Bu dönemde Üstad, Risale-i Nur Külliyatı’nın hizmetine daha sistematik ve yazılı bir boyut kazandırdı. Emirdağ’dan gönderdiği mektuplar, talebeleri tarafından “Emirdağ Lahikası” adı altında toplanacaktı. Bu mektuplarda sadece imanî meseleler değil; aynı zamanda hizmetin usulü, devletle münasebet, müspet hareket prensibi, ihlâs ve cemaat ahlâkı gibi meseleler de ele alındı.
Bu mektuplar, el yazısıyla çoğaltılarak Anadolu’nun dört bir yanına dağıtıldı. Genellikle daktiloyla çoğaltılıp teksir makinesinden geçirilen bu mektuplar, talebeler arasında adeta birer “talimat” gibi okunuyordu. Bu dönemde özellikle Isparta, Konya, İstanbul ve Ankara’daki Nur Talebeleri, Üstad’ın mektuplarını hizmet rehberi olarak kabul etti.
MüsBet Hareket Prensibinin Kurumsallaşması
Üstad Said Nursî, Emirdağ’da “müsbet hareket” prensibini net bir şekilde sistemleştirdi. Devlete karşı cephe almadan, yıkıcı değil yapıcı bir üslupla, yalnızca iman hizmetine yoğunlaşmayı esas aldı. Bu tavır, sadece bir şahsî tercih değil, Risale-i Nur hareketi adına konulan bir ölçüydü.
Yazdığı mektuplarda ve yaptığı görüşmelerde defalarca şu prensibi vurguladı: “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır.”1
O dönemde diğer bazı grupların aksine, Risale-i Nur cemaatinin devletle çatışmaya girmemesine, dolayısıyla da daha uzun ömürlü bir hizmet yürütmesine vesile oldu.
Dipnotlar:
1-Emirdağ Lahikası 2