Aşık Mahsunî Şerif’in yetmişli yıllarda Vietnam taraftarlığıyla yazıp söylediği “Amerika katil, katil” türküsünü eskiler iyi bilirler.
O dönemde Türkiye’deki solcuları ve sosyalistleri de etkilemiş olan bu ABD düşmanlığının son bir senede yeniden yükseldiğini hepimiz görüyoruz.
Birbiriyle soğuk savaş halinde olan o iki kutuplu dünyada, kutuplardan birinden zarar görme ihtimali bulunan devletlerin çoğu, NATO Paktı ya da Varşova Paktından birini tercih etmek zorunda kalmıştı.
O devletlerin ülkelerindeki vatandaşların bu konularda bir tercih yapması gerekmiyordu. Ama devletleri yönetenler vatandaşlarına kendi tercihlerini empoze ederek kendi dış siyasi tercihlerinin iç meşruiyetini sağlama almaya çalışıyorlardı.
Muhalif fikir akımları ve Mahsunî gibi kişiler de iktidarların tercihini bu kapsamda sorguluyor, eleştiriyor ve itiraz ediyordu.
Bu eleştiriler aslında Türkiye’yi yöneten ve NATO’ya yakın duran yöneticilere yönelik idi. Cevabı kolaydı.
Sonra doksanlı yıllarla birlikte SSCB çöktü. Komünist blok dağıldı. Soğuk savaş sona erdi. Rusya, Çin ve diğerleri yeniden şekillendi.
Dünya dengeleri de yeniden şekillenmeye başladı.
Tek kutuplu dünya, işin tabiatına aykırı. Kutuplar arasında rekabet (çekme – itme) ve enerji akışı olmadan hareket olmaz. Bu sebeple yeni kutuplar ortaya çıkmaya başladı.
AB bu dönemde daha da güçlendi.
Türkiye NATO ve Batı ile olan bağlarını kuvvetlendirmeyi sürdürdü.
Ardında 2002’de AKP iktidara geldi ve MHP ile ittifak kuruncaya kadar o da AB sürecini sürdürüp geliştirdi. (O dönemde AKP entelektüelleri bu dış politikayı hararetle destekledi).
Ama sonra ne olduysa oldu ve AKP değişti, başkalaştı, AKMHP haline geldi.
Bu yeni dönemde Batıya ve AB’ye dirsek çeviren Avrasyacı bir dış politika konsepti ortaya çıkarıldı.
Batıda artan İslam düşmanlığı ve göçmen karşıtlığı gibi radikal haller içeride Batıyı gözden düşürmek için abartılmaya başlandı. Kedi yetişemediği ete mundar demeye başlamıştı.
Ardından bir sene önce Hamas’ın hatasını bahane eden İsrail’in zulmü başlayıp da ABD ve Batının bu soykırıma net şekilde “dur” diyememesi, işin tuzu biberi oldu. Artık yeni düşman ABD oluyordu, İsrail bile değil!
NATO’dan çıkmalıydık. AB de neydi… vs. vs.
Azerbaycan gibi İsrail destekçisi “dost” ülkelerin kafa karıştırdığı bu süreçte Filistin’in yanında duran ve onların da haklarını koruyan Batının -mesela Vatikan’ın ve Papalığın- tavrı gizlenmeye çalışıldı.
Zira vatandaşların bunları öğrenmesi Avrasyacı yeni dış politikaya iç desteğin azalması anlamına geliyordu.
Geçenlerde bir akşam, üniversite öğrencileriyle sohbet ettik. Adı Said olan bir genç şunları söyledi:
“Katil ABD’nin merkezinde olduğu tek kutuplu dünya kötü. Rus’u ve Çin’i de güçlendirelim, bunun için de gidelim BRICS’e dahil olalım.”
Şaşırtıcı idi. Arıdan korkup ayının kucağına kaçmayı hatırlattı.
Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Parti Milletvekillerine okutulmak üzere 1951’de yazdığı ve Abdulkadir Badıllı tarafından Mufassal Tarihçe’de yayınlanan bir mektubunda şunları söylüyor:
“Yeni hükûmet İngiliz dostluğundan ziyade; Amerikan’ın dostluğuna ehemmiyet vermelidir. Çünki Amerika ile Amerikan halkının Âlem-i İslâm’la dost olmaları daima menfaatleri icabıdır ve İngilizler gibi İslâmiyet aleyhine bir siyasetleri yoktur.”
Bu tesbitin sonraki tarihlerde değişmiş olması için özel bir sebep görünmüyor.
Bu durumda, bilhassa iktidar medyasından etkilenen geniş kitlelerdeki bu şiddetli ABD düşmanlığı nereden çıkıyor? Kimin işine yarıyor? Ne kadarı haklı? Bu düşmanlık Çin ve Rusya’yı dost olarak görmemiz için yeterli mi?
Bunlar ferasetli uzmanlarıyla konuşulması gereken sorular.
Ama unutmayalım: Düşmanı sık değişenin dostluğuna güven olmaz.