Birileri demokratları taklit ederek böyle diyeli ve iktidara çıkalı on yedi seneden geçti. İnilen nokta gayet net:
Önce Güneydoğu’da güvenlik endişeleri ileri sürülerek (ve bizce bahane edilerek) bazı belediye başkanlarının görevine son verildi ve yönetimler kayyuma devredildi.
Bu adım aslında hür dünya nazarında Türkiye Cumhuriyeti’ni “hukuk devleti”nden “polis devleti”ne dönüştürme gayretinin en önemli adımı idi ve maalesef başarıldı.
Ardından Güneydoğu kayyumları vesilesiyle diğer bazı şehirlerde de kayyum meselesi gündeme getirildi. Şüphesiz, “şuyuu vukuundan beter” bir dedikodu. Seçimle gelen rakibi yargı kararı da olmadan göndermenin demokrasinin d’siyle değil sadece g’siyle alakası var!
Bu dedikodularla aslında yerelde demokrasinin çanına ot tıkamanın yolu da yapılmış oldu.
(Bu arada, “çanına ot tıkamak” bir deyimdir ve mübarek hayvanların boynundan gelen çan/çıngırak sesini susturmak için çoğu zaman hırsızın/arsızın kullandığı bir yöntemdir. Tevafuk!).
Ama herkes görüyor ki bu adımlar muhalefeti kuvvetlendiriyor ve siyaset düdüklüsünü ısıtıyor.
Kapak açılınca ne piştiğini göreceğiz.
Siyasi muhalefetin liderliğini üstlenen Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’da Clio’ları Yenikapı Meydanına toplayarak yaptığı israf-show için İçişleri Bakanının sözleri şöyle:
“Belediye işi şov işi değildir. Bu söylenir ve araştırılır. Eğer böyle bir fazlalık, israf söz konusuysa bu ilgili bakanlığa söylenir. Söylenmedi. Bunlar kamu zararı olabilecek şekilde sergilenmektedir. Yani hizmetten çekilmişlerdir. Eğer bunlar hizmete gerekli değillerse yapman gereken bir eksiltme ortaya koymaktır. Kamu zararına bir şey yapıyorsa, bu da bizim sorumluluğumuzdur, onu da inceleriz. Arkadaşlara talimat verdim, belediye işi şov işi değildir.”
İmamoğlu’nun bu şovla “belediye işi” yapmadığı açıktır. Ama Belediye Başkanlarına siyaset yasağı da zaten ancak ileri demokrasilerde(!) olur.
Siyasette rekabet “devlet” alet edilerek yapılırsa siyaset siyaset olmaktan çıkar. Zaten devlet de devlet olmaktan çıkar. Kimin neyi niçin yaptığı belli olmayan bir hale gelir. Hele idari ve adli soruşturmalar ve alınması gereken tedbirler bağımsız yargının kontrol alanından çıkar da siyasetçinin emrine bağlı hale gelirse…
Üstelik yerel yönetimler Anayasa güvencesi altında iken. 127. maddenin bir kısmı şöyle:
“Mahalli idarelerin seçilmiş organlarının, organlık sıfatını kazanmalarına ilişkin itirazların çözümü ve kaybetmeleri konusundaki denetim yargı yolu ile olur. Ancak, görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini, İçişleri Bakanı, geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar uzaklaştırabilir.
Merkezi idare, mahalli idareler üzerinde, mahalli hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari vesayet yetkisine sahiptir.”
Yapılanların bu hükümlerin amacına ve ruhuna uygun olmadığı açık.
Güvenlik bürokrasisine ancak uzaktan bakabilen bizler, olanları anlamlandırmakta gerçekten zorlanıyoruz.