İnsana kırkına kadar düğüne gitmek, ellisinden sonra da cenazeye iştirak yakışırmış derler.
Doğru olabilir.
Aradaki on yılı da herkes kendisi değerlendirsin! Hem o hem o. Ya da ne o ne de o!
Şaka bir yana, cenazeye gitmek kolay. En azından ölüme ve mezarlığa hazır olanlar için. Hele mevtaya haklarını helal etmek kolaysa.
Ama düğüne gitmek zor ve her geçen gün daha da zorlaşıyor. Zira düğüne “boş gitmek” kolay değil. Kınanmak ve hatta hak geçmesi riski var. “Dolu gitmek” ise, bilhassa bu hayat pahalılığında hiç kolay değil.
Ortasını bulmak lazım ama nasıl?
Son zamanlarda yaygınlaşan bir düğün uygulaması vardı: Düğünlerde gelen hediyeler sanki ödünç verilmiş gibi görülüyor ve vakti geldiğinde denk şekilde iade edebilmek için kaydediliyordu.
Bu usulün risklerinden, on sene önce, 19.08.2014 tarihli “Ödünç hediye” başlıklı yazımızda bahsetmiştik.
https://www.yeniasya.com.tr/ahmet-battal/odunc-hediye_217398
Şimdilerde bu usul iyice “resmiyet”e dönmeye başlamış.
Düğün sahipleri, neredeyse muhtar nezaretinde aleni defter tutturup hediyeleri oraya kaydettiriyorlar ve defteri de saklıyorlarmış.
Hatta hediye verenler de düğün sahibinin ileride hediye verme sırası kendisine geldiğinde aldığı hediyeyi inkar etme riskine karşı hazırlık olsun diye defterde kendi adının bulunduğu sayfanın fotoğrafını çekiyormuş!
Pes. Tüccarın ticari defteri bile bu kadar sağlam delil sayılmaz!
Hediyesiz gelip düğün yemeği yiyen ise kınanıyormuş hatta ayıplanıyor ve meczup muamelesi görüyormuş...
Bu bir görenek ve görgü değil, galiba görgüsüzlük.
Zira düğünde yemek dostlara ikramdır.
İnsan ihsanen yedirdiği ve aslında unutması gereken bir yemek ikramını cari hesaba alacak yazar gibi yazıp takip ederek sonraki vakitlerde başa kakar mı? Yuh.
Bu uygulamalar bir gelenek ve töre de değil. Zira töre “hediye yargı işi değil gönül işidir” der.
Kamusal bir sohbet sırasında dostlara ve akrabalara “bu iş nasıl bu hale geldi” diye sorduk. Herkes kendince izah getirdi. Baktık ki bu kötü gidişat insanlara makul görünüyor.
Hatta biri şunları söyledi:
“Verdiği hediyeye uygun bir hediyeyi geriye alamayan biri alacağını icra yoluyla almış. Haberlerde çıktı. Millet de artık ‘icralık olmaktansa tedbirli olmak evladır’ diyor, kayıt tutuyor. Başka ne yapsın.”
İzah ilginç geldi ve haberi bulduk. Tam çarpıtma haber. Şöyle:
Birisi bir tanıdığını “ben onun düğününde hediye takmıştım, o ise benim düğünümde hediye takmadı, alacaklıyım” diye icraya vermiş. Borçlu denilen de “böyle alacak mı olur” diyerek borca itiraz etmek ve takibi durdurmak yerine “böyle rezillik olmaz olsun, al paranı” diyerek, istenen parayı icra dosyasına gönüllü ödemiş.
Yani iş aslında hukuka ve mahkemeye gitmemiş. Hakim “davacı haklı” dememiş. Gitse ne olmayacağı zaten belli. Ama haberde bunların hiç biri yok.
Sen gel de o gence ve onun şahsında millete bunu anlat.
(İşin fıkhî ve uhrevî boyutunu Süleyman Kösmene Hocamıza havale edelim ve ondan bekleyelim.)
Elhasıl, göreneklerimizi ve dolayısıyla aile müessesemizi öldüren yeni virütik adetlere karşı dikkatli olmamız ve hatta gerekirse Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı eliyle antivirüs projeleri geliştirmemiz lazım.