Yanlış anlaşılmasın, KHK’lılık burada sadece bir tarif sıfatı.
Yoksa KHK listesine girmeden de mağdur olunabilir. (KHK listesinde olmamasına rağmen somut suçu sebebiyle cezayı hak etmiş, ama şimdilik paçayı kurtarmış olanlar da vardır, o da ayrı konu).
KHK’lılar dediğimiz grubun asıl adı “cemaat eşittir terör örgütü formülü ile mağdur edilenler”.
Bunların bir kısmı sadece idarî müeyyideye tabi tutuldu.
Bir kısmı hem idarî ve hem de adlî takibatla uğraştı ve halen de uğraşıyor.
Bir kısmı yurt dışına kaçtı. Bir kısmı yurt içinde. Bir kısmı yurt içindeki bir mahpushanenin içinde…
Hepsinin ortak özelliği şu:
Somut bir suçtan yargılanmadılar.
Cemaate mensubiyeti gösteren delillerle terör örgütü üyesi sayılıp damgalandılar.
Üstelik “o cemaat” daha düne kadar bilhassa devlet katlarında “en makbul cemaat” sayılır iken birdenbire “terör örgütü” sayılmaya başlayan bir cemaat.
O “cemaat”in içinde suçlular da olabilir. Siyaseten ve hatta dinen hatalılar da olabilir, neticede bir topluluktur ve bu anlamda da cemaattir. Ama herkes kabul eder ki o grubun içinde temiz niyetlerle bulunan ve 17-25 aralıktan sonra da aynı niyetlerle bulunmaya devam edenler çoğunlukta.
İşte bu çoğunluk, kırk ceza da alsalar, kırk kere kesinleşme de görseler, vicdanen mahkûm edilemiyorlar.
“Biz -birilerine göre ‘yanlış’- bir cemaate mensup kalmak dışında ne yaptık ki suçlu olduk” diyorlar.
Ama bunu kendi sosyal çevrelerine bile anlatabilmekten mahrumlar.
Kendileri neyse. Zira onların çoğu tevekkülü ve “kader âdildir” kuralını biliyor ve uygulayabiliyor.
Ama eşleri ve bilhassa çocukları “…öcü” damgasının getirdiği ağır yükün altında ezilip duruyor.
Üstelik yurt dışına da “kaçsalar” bu damga silinmiyor. Günlük hayatlarının bir parçası.
Bu durum onların üzerinde ciddî bir psikolojik yük oluşturuyor.
Ciddî bunalımlar var. İntihara kadar varan etkileri var.
Kamuoyu sadece küçük bir kısmını duyuyor.
Çare nedir?
Devletin bir an önce adalete dönmesi lâzım.
Siyasetin mutlaka bir çare bulması lâzım.
Ama yetmez.
Sosyal maliyetin azaltılabilmesi için akrabaların ve eski dostların şefkat göstermesi lâzım.
Babanın ananın suçlu olduğunu varsayan için bile, o çocuklara şefkat etmek erdemdir.
Gerekirse özür de dilemek erdemdir.
Bunları o çocukları ana babaların “yanlışları”ndan kurtarmak ve çekim alanından çıkarmak gibi saçma sapan gerekçelerle yapmamak kaydıyla elbette.
Âyetin emriyle, hiçbir günahkâr “bile” başkasının günahını yüklenmeyecekse.
Hiçbir masuma nasıl olur da başkasının suçu ve günahı çektirilebilir.
Üstelik devlet katlarında “suçlu” denilen bu kişilerin somut suç işlememiş oldukları hususu dillere destan iken.
Ey akıl, ey kalp ve ey vicdan neredesin!