Son yazımızda gördük ki dinin siyasete alet edilmesi kötüdür. Hem siyasete ve topluma ve hem de bizzat dine yani fertlerin dinî inancına zarar verir. Dinin siyasete alet edilmesi engellenmelidir. Çaresi demokratik siyasettir.
Bugün ikinci ihtimale bakalım:
Siyasetin dinsizliğe alet edilmesi de elbette kötüdür ve yine o da demokratik siyaset yardımıyla engellenmelidir.
Siyaset dinsizliğe nasıl alet edilir?
Siyaset kurumu ve siyasî enstrümanlar birçok konuda bir güç ve kaldıraç görevi görebilir.
Türkiye gibi bir ülkede açık amaç olarak dinsizliği yaymak için bir siyasî parti kurulması kolay değildir.
Yine de görünüşte “siyasî muhalefet yapıyor” “muş” gibi yapan ve ama aslında açıktan dinsizlik yapmaya çalışan yani parti örgütünü dinsizlik propagandası için kullanmaya kalkan partiler olabilir.
Elbette bu tür marjinal partiler gerçek anlamda iktidarı hedeflemezler. Zira iktidar oyla olur. Oy için ise dindar halka şirin görünmek gerekir. Dinsizlerin bu dindar millete şirin görünmesi ise muhaldir.
Bir de bilelim ki bu tür marjinal particikler dinsizliği yayma hedefinde az çok başarılı oluyorlarsa aslında “siyasî parti” oldukları için değil, komite olarak çalıştıkları için ve karşılarında şahs-ı manevî oluşturan bir iman cereyanı bulmadıkları için başarılı görünürler. Bu ihtimalde parti ve particilik bir kılıftır, bir alettir.
Asıl risk ikinci ihtimaldedir: Dolaylı dinsizlik amacı barındıran partilerde!
Dediğimiz gibi, bir parti, programında, “biz iktidara gelirsek dinsizliği devlet eliyle yaygınlaştıracağız” demez. Derse milletin oylarıyla iktidar olamayacağını bilir.
Ama demokratik yarışın içinde görünen ve iktidar alternatifi olmaya doğru giden bir parti gizli ajandasına gizli gündem olarak “siyaseti dinsizliğe alet etme”yi koymuş olabilir. Yani bu halde açık hedef dinsizliği yaymak değildir, ama gizli amaç budur.
Bu aşamada ise cevabı çok zor bazı sorular gelir:
Bu gizli amaç hangi kurucularda vardır? Hangi yöneticiler bu amacı bilir ve sahiplenir? Bu amaç nasıl tesbit ve teşhis edilebilir?
Bu soruların cevapları tam olarak ancak o partinin iktidar ya da iktidar ortağı olduğunda ortaya koyacağı icraatla anlaşılabilir. İman feraseti ise öncesinde de “erken teşhis”e yardımcı olur. Biliriz ki “erken teşhis iman kurtarır!”
Böyle bir parti iktidar olduğunda devleti yani kamu gücünü dinsizliği arttırmak ve teşvik etmek için kullanmaya kalkabilir. Bilhassa dindarların dini muhafaza ve müdafaa hususundaki direncini baskıyla ve/veya hileyle kırabildiği ölçüde başarılı da olur. Sivil dinî cemaat ihtiyacı işte tam da burada devreye girer.
Münafıkâne hareket eden bir parti, başarı için dini kendi siyasetine alet eden “dinci” siyasetçilerin kötü reklâm edilmeye ve kötüye kullanılmaya uygun olan bu tavırlarını da öne çıkarıp din aleyhine kullanmaya çalışır. “Din mi dediniz, işte bu” denilerek kötü örneğin gösterilmesinden daha iyi(!) bir dinsizlik propagandası yoktur. Dinin siyasete alet edilmesini engellemek bu sebeple de önemlidir.
Özetle, demokratik bir yarışta dinsizlik yapmak isteyen bir parti bu işi gizlice, çaktırmadan, haydi daha net söyleyelim, münafıkâne biçimde yapmalıdır ki başarılı olabilsin.
O halde bu ihtimale karşı uyanık olmak gerekir.
Münafıkâne dinsizlik nasıl teşhis edilir ve nasıl önlenir?
Dini kendi tekeline alan bir devlet anlayışına sahip olan partiler ya siyaseti dinsizliğe alet ediyordur, ya da dini siyasete alet ediyordur.
Din ise devletin emretmesiyle ya da yasaklamasıyla yaşanmaz. Din ancak ihlâsla sahip olunan bir imana dayanırsa ve ihlâslı bir hayat içinde yaşanırsa samimî yaşanır.
Ey devlet, çek elini dinden!