Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin ceza hukuku profesörü İzzet Özgenç’in geçen gün TV5’te “…öcü” yargılamaları ile ilgili olarak yaptığı önemli açıklamaları değerlendirmeye devam edelim:
“Bir örgütün tesbitinde tümevarım yöntemi uygulanması gerekirken Türkiye’de tümdengelim yöntemi uygulanıyor ve bu da mağduriyetlere sebep oluyor. Somut suç işlemiş insanların arasındaki ilişkilerden hareketle bir örgütün varlığının tesbit edilmesi gerekirken, önce bir suç örgütü tasavvur ediliyor ve sonra o örgütle ilişkisi olduğu düşünülen herkes suçlu ilân ediliyor. Bu kişiler somut bir suç işlememiş olsalar bile o örgütsel yapıyla olan ilişkisi dolayısıyla bu insanları suçlu ilân edersiniz, terörist ilân edersiniz ve bu şekildeki bir yöntemle bir sürü insanı mağdur edersiniz.”
Biz neredeyse altı senedir yazıyoruz: Somut suç işlemiş olmayan kişileri cemaat mensubiyetini gösteren deliller yardımıyla “terörist” saymak ve hem adlî ve hem de idarî müeyyidelere tabi tutmak olacak iş değildi, ama öyle yapıldı.
Bir gün hukuka dönüldüğünde bu uygulamaların hepsi başa saracak ve telâfisi için çareler aranacak. Ama bu arada kırılan dökülen geri gelmeyecek. Kıran dökene de çoğu zaman hesap sorulamayacak. Üstelik o somut suçları işleyenler de cezasız kalacak.
“Aslında 15 Temmuz hadisesinin bir örgütsel yönü var. Yani o suç, örgütsel bir ilişki olmadan işlenebilecek bir suç değil. Hatta 15 Temmuz 2016 öncesinde de suç işlemek amacıyla oluşmuş örgütsel yapılar vardı; ama bunlara bizim, işlenen somut suçlarla bağlantılı olarak ulaşmamız gerekiyordu. Ama biz, işlenen somut suçları bir kenara ittik, bir cemaat yapılanmasını terör örgütü olarak dizayn ettik, tanımladık. Ondan sonra bu cemaatle şu veya bu şekilde bir ilişki içinde olan … insanların hepsini biz, terörle suçladık ve terörist muamelesine maruz bıraktık. Böyle bir uygulama doğru değil.”
Biz neredeyse altı senedir bunu da yazıyoruz: “Cemaat eşittir terör örgütü” formülü doğru değildi. Cemaate mensubiyeti veya sempatiyi gösteren ve hiçbiri tek başına suç oluşturmayan delillerin üçü beşi bir araya getirilerek buradan terör örgütüne mensubiyet sonucuna varmanın zulme sebep olacağı açıktı.
Üstelik bu tutum sadece “o cemaat”in değil, görünüşte iktidarın koruma altına almaya çalıştığı ve hatta meşrû ve gayri meşrû usûllerle besleyip desteklediği bütün dinî cemaatlerin aleyhine olacaktı.
Ama bir çoğu “öbür cemaatlerin mensupları” durumunda olan bir kısım yüksek hâkimler eliyle “o cemaat” eşittir “terör örgütü” formülü uygulatıldı ve aklı başında hiçbir ceza hukuku uzmanının asla ve asla kabul edemeyeceği bugünkü vahim neticeye gelindi.
“Somut bir suçla ilişkisi varsa insanın eğer, onun hukuk neyi gerektiriyorsa icabına bakalım; ama somut bir suçla ilişkisi yoksa, … insanları soruşturma süreçlerine, kovuşturma süreçlerine tabi tutuyorsak, mahkûm ediyorsak, burada biz, sadece mağduriyet ortaya çıkarırız. …
Çare de şu: … Kanunî düzenlemeyle, somut bir suça bulaşmamış olan insanların mağduriyetinin bir şekilde telâfi edilmesi lâzım. … O kurumda eğer bir yanlışlık varsa, o kurumla ilgili ne gerekiyorsa onu yap. Hukukun gereği neyse onu yap. Eğer orada suçla bağlantılı bir faaliyet icra ediliyorsa, bunun gereğini yerine getir; ama burada eğitim öğretim görmüş insanı ben cezalandıramam. … Gazetesini okuduğu için veya okuluna çocuğunu gönderdiği için, bankasında hesabı olduğu için terörle suçlayarak bir insanı mahkûm ettik, ama kişilere somut bir suç isnadında bulunmadık. Bu insanları bizim toplumda ‘hükümlü’ diye toplumda dolaştırmamamız lâzım. Bu insanların topluma kazandırılması lâzım. Bu insanların ümitlerini canlı tutmamız lâzım gelir.”
Özgenç’in çözüm olarak teklif ettiği Toplumsal Uzlaşma Kanunu taslağını daha önce köşemizde incelemiştik.
Bu konuda sivil alana ve bilhassa muhalefete büyük görev düşüyor. “… öcü” damgası mağdurlarının iktidar mensuplarını ve bilhassa muhalefeti harekete geçirmesi ve bunun için de milletvekillerini ve yereldeki siyasetçileri mektup, mail, mesaj yağmuruna tutması şart.