Bir gayrıresmî merasimde masadaki bir kaç arkadaş kalkıp düğün salonunun içindeki mescide geçtiniz. Namaz kıldırma vazifesi size düştü ve farza başladınız.
Ama o da ne. Kısa bir süre sonra Meclis Başkanı Cemil Çiçek de ekibiyle birlikte geldi ve namazda size cemaat olmaya hazırlanıyor.
Ne yaparsanız “sorumlu” ve ne yaparsanız “sorumsuz” davranmış olursunuz?
“Koskoca TBMM başkanına imamlık yapmak bana düşmez” deyip namazı bozar ve arkaya mı geçersiniz yoksa “milletini imamı”na imamlığa devam mı edersiniz?
Gerçeğe dayalı bu şaka bir yana, dinî tercih ve samimiyet ile kamusal resmiyet arasındaki gerilim İslâm ülkelerinde hep olageldi.
Laiklik ve din ve vicdan hürriyeti hür dünyadaki gibi doğru anlaşılıp doğru tatbik edilemeyince “laik din” türedi.
“Devlete mensup olmak isteyenin tek dini olabilir, o da Kemalizm dinidir” anlayışı her geçen gün daha da pekiştirildi.
Kanunsuz biçimde resmî dairelerde büyük memurun makam koltuğunun ve hatta küçük memurun sandalyesinin ardına asılan M. Kemal portreleri büyüdü, renk- lendi, gösterişli hale geldi.
Birilerinin “bin yıl sürecek” dediği 28 Şubat sürdürülüyor. Hem de “mağdurum da mağdurum”u oynayan güya muktedirler eliyle.
Bir subayın Cumaya camiye gitmesinde mahzur yoksa akşam tekkeye ya da sohbete gitmesinde de elbette mahzur yoktur. Yeter ki emir komuta disiplinini bozmasın, mesleğe liyakatini kaybetmesin.
Ama son dönemde dindarlar –yeniden- öyle bir savunma psikolojisine sokuldular ki bunu söylemekte bile zorlanır oldular.
Meselâ Cemil Çiçek, şöyle diyor:
“Belli bir kurumda görev yapıyorsanız, oranın şartlarına, kurallarına, kaidelerine uymak mecburiyetindesiniz. Askerlik, belli kurallara, disiplinlere uyma mecburiyeti olan bir meslektir. Aksi takdirde askerlik olmaz, orası bir fikir, düşünce kulübü gibi olur. O zaman da disiplin kalmaz. Ben şahsen doğru bulmam. Uymuyorsa, evvelâ verdiği sözde durmuyor.”
Biz anlayamadık. Talimde ve savaşta emrini komutanından alacak olan ve bu konuda herhangi bir tereddüt göstermeyen bir subay için, bir dinî gruba mensup olmuş olmak, onun askerlik statüsüne ne zarar verebilir ki?
Hem askerlik ile düşünce kulübü arasındaki zıtlık nedir ki?
Hele Sayın Çiçek’in “Türkiye bunca sıkıntı içerisindeyken yerli yersiz tartışmalara da kaynak teşkil ediyor. İçinden geçtiğimiz süreçte, bu sürecin sıkıntılarını da hesaba katarak, herkes sorumlu davranmalı, sorunlu davranmamalı.” demesini anlayamadık. İçinden bir türlü geçemediğimiz sıkıntılı sürecin sorumlusu kim?
Sayın Çiçek’in ardından bir de 15 Temmuz darbe girişimini de hatırlatarak şunları söylemesi ise daha da garip:
“Birtakım din kisvesi altındaki bazı grupların milletin başına ne belâ açtığını gördük. Bu belâyı daha def edememişken, aynı anlama gelebilecek bir kısım davranışlar doğru değil. Yeterli dersleri daha çıkarmadığımız anlamına geliyor.”
Ne yani “onlar iyi gizlenemediler siz de iyi gizlenemiyorsunuz” mu demek istiyor?
Oysa “mürit amiral”den çıkarılacak ders de Anayasanın emri de net: Devlet memuru gündüz milletin ve milleti temsil eden siyasetçinin emrindedir. Akşamına ise kimse karışamaz. Tekkeye mi kulübe mi kafeye mi gittiğini gizlemesi gerekmez. Yeter ki kendisi şu ya da bu biçimde aklıyla ya da kalbiyle sarhoş olup akşamı gündüze karıştırmasın.
Batının karşılaşıp çözdüğü problemleri çözmek için neden onların gittiği yoldan gitmiyoruz?
Bu sebeple yine diyoruz ki; bize AB süreci iyi gelmişti. Yine başlatalım, yine iyi gelecek.