Dersin orta yerinde, sınıfın dikkatinin dağıldığını hisseden hocamız, sesini yükselterek, ‘’Evet beyler, bir nokta gözü kör eder’’ dedi.
Dağınık dikkatler toparlandı, ‘’Bir nokta gözü nasıl kör edebilir’’ diye. Rahmetli babamın Kur’ân öğretimi için bizi gönderdiği, bana ve kardeşlerime eğitim veren hocamız Arapça yazmayı da öğrettiğinden ve Osmanlıcaya olan ilgimden, hocanın ne demek istediğini anladım. Vakti zamanında bu cümleyi daha önce de duymuştum açıkçası.
Birincisi Arapça yazıda ve devamında Osmanlıca yazıda ‘’göz’’ kelimesi kef… vav… z harflerinin birleşmesiyle oluşur. Göz kelimesindeki ‘’z’’ harfini oluşturan noktayı kaldırdığınız zaman ‘’z’’ harfi ‘’r’’ harfine dönüşür, kef vav ve r harfleri bir araya gelmiş telaffuz ‘’kör’’e dönüşmüştür.
Osmanlıcayı veya Eski(meyen) Türkçeyi, Arap Alfabesi (elifbası) ile yazılan Türkçe olarak düşünebilirsiniz.
Yaşça bizden kıdemliler, çok küçük ayrıntıların çok büyük anlamlar ifade edebileceği gerçeğini insanlara anlatmak ve onların dağılan dikkatlerini toparlamak amacıyla da bir nokta gözü kör eder derlerdi...
Noktaların öneminden hareketle, insanına ve özelinde de eğitime yatırım yapmayan toplumlar çöker, bunlar da unutulmaması gereken çok önemli noktalardır.
Evimden başlayarak mahalleme, semtime, ilçeme; hatta mekândan uzaklaşıp bir uzay aracına binmişim gibi dünyaya şöyle bir uzaktan baktığımı düşündüm.
‘’Oldu mu şimdi dünya da bir nokta.’’
Sadece bomboş gözlerle bakmayıp dolu dolu anlamlı bakmaya çalıştım. Yavrularımı, kardeşlerimi, sevdiklerimi gözlemleye çalıştım.
Muhakkak bu gözlemlerde sıkıntılı olana yardım edebileceğim, onu takdir edebileceğim belki kendime çekidüzen vereceğim ve yardım alabileceğim noktalar aradım.
Biriktikçe noktalar o noktaların sorunlara dönüşen çizgiler gibi uzayıp gittiğini görüyordum.
Noktaların çizgiye dönüşmemesi için elimizden geleni yapıyor muyum? Belki bazen, ama yetersiz.
Dikkatimi yoğunlaştırmam gereken noktaları gözden kaçırmamaya çalışırken, geriye dönüp düzeltme yapamayacağım noktaları da düşündüm. Gelecekte aynı hatalara düşmemek için o noktalara daha da dikkat edeceğime dair kendime sözler verdim, elimden başka da bir şey gelmedi zaten.
Kafa fenerimin ampulü ısınmış, pili de zayıflamıştı, ümitsizliğe kapılmaya başlamıştım ki hemen Kur’ân’ı açtım, Yusuf Suresi’nin 87. ayetinde: “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez” buyruğunu gördüm. Bu ayetle gözlerimin ve gönlümün nurlanmış, ruhuma bir pencere açılmıştı sanki.
Allah’ın rahmetine güvenerek, Rabbimin lütfunu kendime daha yakın hissetmeye çalıştım.